Adıyaman, Karadağ'dan sürüklenen toprağın üstüne kurulmuş bir şehir.
Adıyaman, Karadağ'dan sürüklenen toprağın üstüne kurulmuş bir şehir. Yağmur suyuyla sürüklenen toprak bugün şehrin yapı stoğu. Kar ve yağmur yüzeysel akışla önce derelere-ki bu derelerin çoğu dolduruldu- oradan Fırat'a dökülür.
Atatürk Bulvarının kuzeyi Karadağ' a kadar olan bölüm çocukluğumuzda bataklıktı. Buralarda sulu tarım yapılırdı.
"Üç Gever", "Nakıbın Havuzu" ve Gölebatmaz, Yeni Pınar, Ulu Cami çeşme sularının kaynağı buralardı. Depolanmadan 24 saat akardı.
Camiler, çeşmeler gürül gürüldü. Şehrin dört tarafı çeşmeydi. Bilek kalınlığında su akardı.
Demem şu: Depreme dayanıklı yapılar yapalım da bu sular ne olacak?
Nereye gidecek?
Suya, bataklığa da bina dikilir.
Denizin kenarına otel yapılmıyor mu?
Köprü ayakları suyun içinde değil mi?
Biz de yapalım.
Yapmayalım demiyorum. Sorun yok.
Ancak suyu ne yapalım?
Elli sene önce vardı, ancak kurudu dediğimiz çeşmelerin yerinde yapılan binaların temelinde bugün su olduğunu gördük.
Hala bataklık buralar. Su derine inmiş, ancak hala var.
Nereye akıyor peki?
Nerede birikiyor?
Bu sulara yazık.
Bu sular kıymetli.
Karadağ'a düşen kar ve yağmur üstümüze gelmeye devam edecek. Eskiden derelere, oradan da Fırat'a dökülürdü.
Dereleri doldurduk. Her tarafı beton ve asfaltla kapattık.
Toprağı cilaladık.
Yağmur ve kar nereye akacak peki?
Yüzeysel akışla bir yerlere gidecek mutlaka.
Ama nereye?
Nasıl?
Diyelim kanallar yaptık, drenajlar açtık.
Yeterli mi?
Bu sular işimize yaramaz mı? Akıp gitsin mi?
En azından bir kısmından yararlanamaz mıyız?
Ufkumuzu biraz zorlayalım. Biraz düşünelim.
Su kıymetli. Tarımda, peyzajda, evlerde kullanabiliriz.
Sağlam yapılar tamam, ama sağlıklı şehir biraz şüpheli.