Naile kendisini beğeniyordu. Bundan emindi. Başta farkında değildi, ama üçüncü sınıftan sonra sevdiğini anlamıştı, kafa yormadığı için fikir yürütemiyordu.
Naile kendisini beğeniyordu. Bundan emindi. Başta farkında değildi, ama üçüncü sınıftan sonra sevdiğini anlamıştı. Bugüne kadar da kafa yormadığı için fikir yürütemiyordu. Aklına düşmeyen bir konu üzerinde nasıl fikir yürütebilirdi ki? Ortada Naile falan yokken sevgi, aşk, kadın, evlilik hakkında hiçbir düşüncesi yoktu. Ancak Naile’nin nişanlısı olduğunu bilmesi, her gördüğü yerde Naile’nin ters ters bakması, hatta arkasını dönüp hızla uzaklaşması ve Naile’nin arkadaşlarının onun duyacağı kadar laf atmaları, takılmaları yavaş yavaş Naile’yi daha fazla düşünmesine, daha fazla ve yakından görmek istemesine sebep olmuştu. Bu, onsuz geçen dakikalar da onu ne kadar çok istediğini, ne kadar çok özlediğini öğretmişti. Aklının bir tarafında daima Naile vardı ve daha sık görmek istiyordu. Naile ile yapacağı evliliğin hoşuna gittiğini, hayatını değiştireceğini artık görebiliyordu. Naile’nin yüzü, Naile’nin elleri, Naile’nin yürüyüşü, Naile’nin bakışı bir başkaydı o günden sonra. Çocuksu tavırları canını sıksa da ileri ki yıllarda daha büyük bir tutkuyla kendisine bağlanacağına inanıyordu. O kendisi için biçilmiş bir kızdı. Zengin, hatırlı, ağa kızı olmasının ötesinde, cesur ve akıllıydı. Yiğitti. Böylelerini daha çok seviyordu. Belki de erkek kardeşi olmadığındandı. Ya da cesaret edemediği konularda onun kendisinin yerini alacağına, kararları onun vereceğine inanıyordu. Şehirde ezik büzük kız çekilmezdi ayrıca. Cesur, konuşan, karşı gelen, itiraz eden lazımdı.
Böylelerinin yetiştirecekleri çocuklar da akıllı ve cesur olurlardı. Naile iyi bir eş, iyi bir anne ve ömür boyu sadık bir arkadaş olurdu kendisine. Onun kadar zengin değildi belki, ama durumları köydeki birçok kimseden daha iyiydi. Tarlaları, hayvanları, Müslüm amcanın iyi bir işi ve çok parası vardı. Köyleri, şehirleri geziyor, öküz, inek, koyun ve keçi alıyor, bir süre besledikten sonra daha iyi bir paraya satıyordu. Daima parası, imkânı ve hatırı olan biriydi. Korkaktı, titizdi, ama ticareti gözü kara yapıyordu. Para kazanmasını iyi biliyordu. Çevresindekilere yardım etmeyi çok seviyordu.
Naile aklından hiç çıkmıyordu. Onunla yatıyor onunla kalkıyordu. O hayatının ilk göz ağrısı, hayatının en vazgeçilmeziydi artık. Düğünlerin en şık giyineni, en güzel oynayanı, en fazla dikkat çekeniydi o. Halaya girdiğinde davulcular coşuyor, en fazla bahşişi onun sayesinde topluyorlardı. Amcaları, amcası çocukları o halay başı olunca arkası arkasına para yapıştırıyor, elleri çatlarcasına alkışlıyorlardı. Damlarda genç kızlar onu izlemek için birbirlerini ittiriyor, daha iyi görmek için en öne geçmeye çalışıyorlardı.
Bazı günler sırf Naile’yi görmek için evlerinin önünden geçiyor, başını çevirip çevirip eve doğru bakıyordu. Çoğu kez göremiyordu, ama yine de gün boyu yetiyordu.
Bazen Naile’yi görüyor, fakat bu sefer Naile onu görmüyordu. Ya da gördüğü halde bakmıyordu.
Naile cesur olduğu kadar kibirliydi de. Göz ucuyla da olsa bakmıyordu.
Bir keresinde aldığı tarak ve aynayı vermek için günlerce uğraşmış, başarılı olamamıştı. En son bir yakınına vermiş göndermişti, fakat bu sefer Naile almamıştı.
Aylarca bu olayın etkisinde kalmış, üzülmüştü.
Tarak ve ayna hâlâ duruyordu. Bir gün veririm diye saklıyordu.
“Üniversiteye de gitmek istiyorum,” dedi babasına.
Müslüm amca hem sevindi hem şaşırdı.
Gitmesini istemediğinden değil, annesinden ve Naile’den ayrı bir şehirde yaşayabileceğine inanmıyordu.
“Üniversite mi?” dedi.
Şevket anladı, ama açıklama yapmaktan kaçındı.
Babasının alaycı bakışlarında nişanlısından uzakta duramaz duygusu vardı. Hissedebiliyordu.
İkisi de susuyordu. Birkaç saniye öylece bakıştılar.
Cevabını bildikleri soruyu cevaplamak ikisinin de işine gelmiyordu. Müslüm amca için okumak liseyi bitirmekti. Ayrıca, Naile’nin dedesi Davut ağa, “Düğün hazırlığı başlasın. Haftaya düğün var,” dese, okuldan almak zorunda kalacaktı. Tam üniversiteye gidecekken, haydi bakalım düğün dese, bütün hesaplar alt üst olacak, başlamadan bitecekti.
Şevket, babasının, Davut ağanın düğünü yapın emrini Allah’ın emri gibi göreceğinden adı gibi emindi. Hele, “Okula gitmeyecek, evinin erkeği olacak,” dedi mi, üniversite hepten hayal olacaktı. Kazanmış, hatta başlamış olsa bile sonuç değişmeyecek, köyde kalacak, Naile’nin dizinin dibinde oturacaktı. Çaresiz, bağla bahçeyle uğraşacak, şehir ve üniversite hayali uçup gidecekti. Hem babası hem de imkânları okumasına izin verirken evlilik için ne şehre gidebileceklerdi ne de çocukluğundan beri hayalini kurduğu üniversiteyi okuyabilecekti.
Okulun yeni açıldığı köyde çocuklarını okula gönderme konusunda tereddüt geçirenler varken, onun üniversite hayali kurması, hatta bunun için ailesinden her türlü desteği alması görülmüş şey değildi. Müslüm herkesin aksine, Şevket tarlaya gitmesin okula gitsin diyordu. Şevket’in de hesabına geliyordu bu, çünkü kendini toprakla uğraşan biri olarak hayal edemiyordu. Tohum eken, orak biçen, gem süren, patos yapan, çift süren… Kafası bedeninden daha öndeydi onun. Bedeni kafası kadar çalışkan, kafası kadar dayanıklı değildi. Kafası daha çok çalışıyor, daha çok iş görüyordu. Defteri, kalemi, hesabı kitabı daha kuvvetli, sırayı, tebeşiri, kitabı topraktan, çiftten daha çok seviyordu.
“Ortaokul, lise neyse de üniversite için söz veremem. Ben de isterim yoksa okumanı. Ancak…” dedi durdu.
Davut ağa… Köyün ağası… Davullar önce Davut ağanın kesme taşlardan yapılmış o muhteşem odasının önünde çalacak, Davut ağa bahşişleri dağıttıktan sonra davul çala çala düğün evine gidecekti.
Bütün mesele ancaktan sonra başlıyordu. Bütün zorluk bundan sonraydı. İkisi de buraya kadar sorun olmayacağını zaten biliyordu. Asıl bundan sonrası önemliydi. Şevket ’de Naile’de ne düşünürlerse düşünsünler Davut ağanın dediği olacaktı.
...