Aile sosyolojisini nasıl iyi anlatırım kurgusu üzerinde çalışırken hayatımızdan kesitleri ve çocuklarımızla imtihan edilmeyi merkeze alarak yazmaya çalıştım.
Ahmet’in annesi alevi babası suni… Aileler baştan bu evliliğe karşı çıkarlar, ama sonradan işler yoluna girer. Gerçi yoluna girene kadar Ahmet bir hayli sorun yaşar ya neyse, romanın asıl konusu bu değil.
Ahmet’in Down Semdrom’lu bir kardeşi olur. Anne ve babası kabul etmesi zor bu çocuğun varlığı ile sorun üstüne sorun yaşarken Ahmet, yaşananların hepsine tanıklık eder ve anne babasına, özellikle babasına karşı duyguları değişir. Adını Kader koydukları çocuğun ölümünden babasını sorumlu tutar. Doğrudan paylaşmasa da en azından böyle düşünür.
Ahmet, büyür, üniversiteye başlar, okulu bitirir, mühendis olur, bir öğretmenle evlenir.
Göreve başlamasından ve ilk çocukları olana kadar anne ve babasına çocukluktan kalma öfkesi daha da büyür.
Bu hem annesini hem babasının dikkatini çeker.
Ahmet’i takibe alır, her adımını dikkatle izlerler. Gittiği yerlerin, gezdiği arkadaşların, eşi ile diyaloglarının hayatındaki yerini öğrenmeye çalışırlar.
Bu aşamada Ahmet’in de Down Sendrom’lu bir çocuğu olur. Anne ve babası çocuklarına duymadıkları merhameti Ahmet'in çocuğuna duyarlarken, Ahmet’in hayatındaki değişimin de takipçisi olurlar.
En nihayet Ahmet ve babası karşı karşıya oturur, hayatlarındaki SIR’ları paylaşırlar.
...
SIR’ları ve Ahmet’in öfkesinin sebeplerini öğrenmek için kitabı okumanız gerek.
D&R stoklarında kalmayan, ancak talep halinde temin edilebilecek 144 sayfalık romanı okumanın tam sırası.
..
Aile sosyolojisini nasıl daha iyi anlatırım kurgusu üzerinde çalışırken hayatımızdan kesitleri ve çocuklarımızla imtihan edilmeyi merkeze alarak yazmaya çalıştım.
Ne kadar başarabildiğimi, kitabı okuduktan sonra siz karar vereceksiniz.
...
SIR'dan bir bölüm.
Ahmet, Özel İdarede çalışıyordu. Bilerek sık görüştüğü arkadaşları dışında kimseyi aramadım. Zira Ahmet’i dillerine dolamalarını istemiyordum. Aklıma kahve geldi, ama bu saatte kahveler açık olmadığı için gitmekten vazgeçtim. Birden geçen yıl arkadaşlarından biriyle yaptığımız sohbette adı geçen ve yeni açıldığını söylediği yeri hatırladım. Evinin olduğu mahallenin iki sokak arkasında olan bu yeni yer tekel bayisiydi. İçki satmakla kalmıyor, sabaha kadar arka tarafta bir yerde oturup içiyorlarmış. Zaman zaman kavga çıktığı için mahalleli şikâyet edip duruyormuş. Benzer şekilde onlarca bayii vardı aslında şehrin mutelif yerlerinde, ama kime ne!
Oldum olası anlayamamışımdır zaten bu işi. Zavallı bir manav ya da fırıncı olsaydı çoktan kapısına kilidi vurmuşlardı. Oysa buralara dokunan yoktu. Resmen ödleklik…
Belediye Başkanının müdahale etmesini istediğim yerler buralardı. Bunun için kendisi ile görüşecektim.
Önünden defalarca geçtiğim bayinin tam karşısında arabayı park ettim, kontağı kapattım, ama bir yandan da vazgeçmek için bahane arıyordum. Ne bahane bulsam da içeri girmesem acaba? Korkumun sebebi belliydi. İçeriye girsem sorgulanacaktım. Ahmet beni karşısında bulursa bağırıp çağırmasa bile hakkımda iyi şeyler düşünmeyecekti. Ne işin var burada deyip kovmazdı belki, ama boynunu büküp özür dilemez, önüme düşüp eve gelmez, en kötüsü de Sema hakkında düşünmeyecekti. Çünkü buraya gelmemi isteyenin Sema olduğunu bilir, yeni bir kavganın fitilini ateşlemiş olurdum. Her neyse de yeni kavgalara kapı aralayacak bir gece yaşıyordum ve yarından sonra Ahmet, Sema ve tartışmalarımız daha farklı ve önemli bir boyut kazanacaktı. Kahrolası hayat. Bir türlü rayına oturmuyordu. Her şey her gün daha kötüye gidiyordu. Tam yoluna girecek, bundan sonra daha iyi olur diyordum ki tekrar en başa dönüyorduk. Kazadan sonraki birkaç ay ne kadar da umutlanmıştım hâlbuki. Neyse, arabadan indim, kapıları kilitledim ve ağır adımlarla bayinin önüne kadar geldim; kapıyla aramızda iki üç metre kala durdum, şuursuzca çevreme bakındım. Karma karışıktı kafam. Nasıl davransam daha doğru hareket etmiş olurum; hiçbir bilgim yoktu. Sema’ya verdiğim sözü hatırladıkça ayaklarım beni kahrolası içki şişelerine yaklaştırıyordu. Yaşlılar, gençler hatta çocuk yaştakiler bana çarparak yanımdan geçip giderlerken, ben hâlâ nasıl davranmam gerektiğini geçiriyordum aklımdan. Bana ait olmayan bir ayıbın altında bu kadar ezildiğimi hiç hatırlamıyordum. Ahmet içeride mi? İçerideyse nasıl karşılayacaktı, düşünmek bile istemiyordum. Sema’yı mahcup edemezdim. Ya da ben ona karşı basiretsiz duruma düşmemeliydim. Tam bu anda iş yerinin sahibi olduğunu tahmin ettiğim bir genç camın arkasından dikkatlice bana baktı. Dikkatini çekmiş olmalıyım ki dışarıya çıktı, son derece düzgün bir aksanla ve doğru kelimelerle beni içeriye buyur etti. Bense burada bulunmamın sebebini bilmiyormuş gibi başıma havaya kaldırmış, tuhaf bir şekilde kapının üstündeki kocaman ışıklı tabelaya bakıyordum. Adam ısrarla içeriye girmemi isteyince nazik davetinden cesaret alarak ağır adımlarla ve büyük bir çekinceyle içeriye girdim. Gecenin bu vaktinde kapıya dayanmış birine karşı nasıl davranması gerektiğini bilen gencin kibarlığı karşısında çok utandım. Yıllarca yöneticilik yapmış birisi olarak çok çaresizdim. “Ahmet’i arıyordum. Özel İdarede çalışıyor. Ahmet Kopuz,” dedim. Cümlemi bitirir bitirmez, karşımdaki ahşap kapı gıcırdayarak açıldı; içeriden Ahmet çıktı. Sesimi mi duydu tesadüf mü oldu anlayamadım. Beni davet etmesi için adamı Ahmet’in göndermiş olabileceğini de geçirdim aklımdan. Sesimi duyar duymaz dışarıya çıkmasının başka bir sebebi olamazdı aksi halde. Bu saatte ne işin var burada demek yerine, savunmaya geçecek bir ağırlık çökmüştü üstüme. O da ben de kaçamak bakışlarla birbirimizi süzüyorduk. Sessizliğin daha çok işe yarayacağını düşünmüş olmalıyım ki gıkım çıkmıyordu. Ne söylenmesi gerektiğini bilmiyordum belki de. Haydi, eve gidelim, ne işin var burada mı demeliydim, yoksa tokadı basıp yüzüne mi tükürmeliydim doğrusu karar veremiyordum. İkisini de yapamayacağımı anlamak uzun sürmedi. Gecenin bu vaktinde baba oğul burada bulunmamızın pek de doğru olmadığını ikimiz de biliyorduk. İşyeri sahibi de biliyordu. Fakat hiçbirimizin kendimizi haklı çıkaracak şeyler söylemeye ne niyeti nede cesareti vardı. Hayatın en anlaşılmaz yerinde duruyorduk hepimiz. Birkaç dakikalık sessizliğin ardından hiçbir şey yapamayacağımı, suskunluğun amacına daha uygun olacağına karar vermiş olmalıyım ki on beş yirmi saniyelik bakışmadan sonra arkamı döndüm çıktım.