Köyde geçen ve doğanın en beklenmedik seslerinin bile nasıl büyüleyici birer melodiye dönüşebileceğini keşfedeceğiniz özel bir hikayeye davet ediyorum.

Merhaba değerli okuyucular,

Bugün sizleri huzurlu bir köyde geçen ve doğanın en beklenmedik seslerinin bile nasıl büyüleyici birer melodiye dönüşebileceğini keşfedeceğiniz özel bir hikayeye davet ediyorum. Hazır olun, çünkü bu hikaye müziğin sınırlarını zorlayacak ve sizi şaşırtıcı bir yolculuğa çıkaracak.

Sessiz bir köy sabahıydı. Güneşin ilk ışıkları tepelerin ardından yavaş yavaş yükseliyor, kuşlar yeni günü karşılayan cıvıltılarıyla doğayı şenlendiriyordu. Köy okulunun genç öğretmeni Hasan Hoca, sınıfına girdiğinde öğrencilerini neşeli bir günün beklediğini biliyordu. Bu sabahın konusu müzikti ve Hasan Hoca bu konuyu öğrencilerine ilginç bir şekilde anlatmaya kararlıydı.

Öğrenciler sıralarına oturmuş, merakla hocanın ne anlatacağını beklerken, Hasan Hoca tahtaya büyük harflerle “MÜZİK NEDİR?” yazdı ve ardından sınıfa dönüp sordu: “Çocuklar, müzik nedir sizce?” Küçük Ali, her zamanki gibi hemen elini kaldırdı. Hasan Hoca, Ali’nin cevabını merakla bekledi.

Ali, coşkuyla cevap verdi: “Kulağa gelen bütün güzel seslere müzik denir.” Hasan Hoca, Ali’nin cevabından memnun kalmıştı. “Aferin oğlum,” dedi, “Peki, bir örnek verebilir misin?”

Ali biraz düşündü ve sonra gülümseyerek, “Mesela, eşeğin zırraması kulağa o kadar hoş geliyor ki!” dedi. Sınıfta bir anlık sessizlik oldu, ardından kahkahalar yükseldi. Hasan Hoca ise düşünceli bir şekilde başını salladı. “İlginç bir bakış açısı,” dedi, “Bu konuda daha derinlemesine düşünelim.”

Bu konuşma köyde büyük bir tartışma başlattı. Eşeğin zırraması, müzik olabilir miydi? Çoğu insan bu fikre güldü, ama bazıları Ali’nin haklı olabileceğini düşündü. Hasan Hoca, bu konuyu araştırmaya karar verdi ve öğrencileriyle birlikte doğadaki farklı sesleri keşfetmeye başladı.

Her gün, köyün çevresindeki doğayı gezdiler. Kuşların cıvıldaması, rüzgarın hışırtısı, suyun şırıltısı gibi sesleri dinlediler. Ali, her seferinde eşeğin zırramasını örnek gösteriyordu ve Hasan Hoca, bu seslerin hepsinin bir arada nasıl bir müzik oluşturduğunu anlamaya çalışıyordu.

Bir gün, köyün en yaşlısı olan Dede Hasan’ı ziyaret ettiler. Dede Hasan, yılların bilgeliğiyle doluydu ve onlara doğanın seslerinin nasıl bir ahenk içinde olduğunu anlattı. “Her sesin bir ritmi, bir melodisi vardır,” dedi. “Doğa, kendi müziğini sürekli olarak çalar. Biz insanlar ise bu müziği duymayı unuttuk.”

Bu sözler, Hasan Hoca ve öğrencilerinin üzerinde derin bir etki bıraktı. Ali’nin örneği artık sadece bir şaka değil, derin bir gerçeğin yansıması olarak görülüyordu. Doğanın her sesi, bir anlam taşıyor ve bir bütünün parçası olarak müzikal bir değer kazanıyordu. Hasan Hoca, bu yeni anlayışı sınıfta anlatmaya başladı. Öğrenciler, müziğin sadece enstrümanlardan veya insan sesinden ibaret olmadığını, doğadaki her sesin bir müzik parçası olabileceğini öğrendiler. Eşeğin zırraması bile, doğanın büyük senfonisinde bir notaydı.

Köydeki bu yeni anlayış, köy halkının doğanın seslerine daha dikkatli kulak vermesine yol açtı. Hasan Hoca ve öğrencileri, köyde bir müzik festivali düzenlemeye karar verdiler. Bu festivalde, sadece geleneksel müzik aletleri değil, doğadaki sesler de kullanılacaktı. Festival günü köy meydanı dolup taşmıştı. İnsanlar merakla bekliyordu. Hasan Hoca, sahneye çıkarak festivalin anlamını açıkladı. “Bugün, doğanın müziğini dinleyeceğiz,” dedi. “Kuşların cıvıltısını, suyun şırıltısını, rüzgarın hışırtısını ve hatta eşeğin zırramasını.”

Ali ve arkadaşları, doğadaki sesleri taklit eden enstrümanlar yapmışlardı. Kuş cıvıltısını taklit eden flütler, su şırıltısını andıran davullar ve rüzgarın hışırtısını temsil eden çıngıraklar vardı. En dikkat çekici olanı ise Ali’nin eşek zırramasını taklit eden bir boruydu. Festival başladığında, köylüler hayranlıkla dinlemeye başladı. Her ses, doğanın büyük senfonisinin bir parçasıydı. Kuşların cıvıltısı, suyun şırıltısı ve rüzgarın hışırtısı arasında, Ali’nin borusundan çıkan eşek zırraması duyulduğunda, köylüler gülümseyerek birbirlerine baktılar. Eşeğin zırraması bile, bu büyük senfoninin bir parçası olarak kabul edilmişti.

Bu deneyim, köydeki herkesin müzik anlayışını değiştirdi. Artık müzik, sadece enstrümanlardan veya insan sesinden ibaret değildi; doğanın her sesi, bir müzik parçası olarak kabul ediliyordu. Ali’nin cesurca verdiği cevap, köyde yeni bir dönemin başlamasına vesile olmuştu.

Bu yeni anlayış, zamanla diğer köylere de yayıldı. İnsanlar, doğanın müziğini keşfetmeye ve anlamaya başladılar. Eşeğin zırraması örneği, artık herkes için bir ilham kaynağı olmuştu. Köyde düzenlenen her festivalde, doğanın sesleri ve Ali’nin eşek zırraması örneği, büyük bir coşkuyla kutlanmaya devam etti. İnsanlar, doğanın müziğini dinlerken huzur ve mutluluk hissettiler. Hasan Hoca, öğrencilerine her zaman şunu hatırlatıyordu: “Müzik, sadece güzel sesler değildir; her ses, kendi içinde bir güzellik ve anlam taşır. Önemli olan, bu sesleri duyabilmek ve anlamaktır.”

Ve böylece, köy halkı doğanın müziğini dinlemeyi ve bu müziğin içinde yaşamayı öğrendi. Eşeğin zırraması bile, bu büyük senfonideki yerini aldı ve herkes için bir ilham kaynağı oldu. Bu hikaye, müziğin ve güzelliğin her yerde bulunabileceğini gösteren bir ders olarak nesiller boyu anlatıldı.

Saygıyla Kalın.
FETHULLAH DOĞALA
21.HAZİRAN.2024