Amerika'da kültür; devlet, sivil toplum kuruluşları ve sanayicileri ile bir bütün. Her kurum ve kuruluş kendini kültürden sorumlu tutar. Bizde olduğu gibi ben sanayiciyim, ben tüccarım, ben tarım kuruluşuyum benim kültürle ilişkim olmaz, diye düşünmez. Her kurum ve kuruluş kültürün içindedir.
Amerika'da şiiri bilmiyorum ama yazarlık karın doyuruyor. Bu yüzden insanlar sanatı ve entelektüel faaliyetleri önemsiyor. Örneğin Calvino'nun anlattığına göre Amerika'ya yerleşen bir yahudi aile ekonomik seçkinliğini kültürle pekiştirmek için çocuklarından birinin yazar olmasını özel ihtimam gösteriyor. Yazarlık bizi daha seçkin ve özel kılacak diye düşünüyorlar. Amerika'nın kültürel iktidarı da buradan geliyor. Mesela ister genç, ister meşhur bir yazar olsun geçimini yazarlıktan kazanabiliyor. Zira büyük sanayi kuruluşları, kültür vakıfları yazarlara iyi burslar veriyor! Örneğin altı ay veya bir yıl sürecek bir kitabın yazımı süresince o yazara aylık maaş ödeniyor. Bunu bazen kültür vakıfları bazen yayın evleri sağlıyor. Telif hakları da oldukça önemli yer tutuyor. Özellikle büyük sanayi kuruluşları kültüre sağladıkları katkıları vergilerinden düştüklerinden dolayı yazarlar çok rahat burs buluyor ve kendilerini yalnızca yazmaya veriyorlar. Büyük sanayi kuruluşları kültürel vakıf ve derneklere muazzam miktarda para aktardıkları için yazarlara büyük olanaklar sağlıyor. Yazarlar geçim sıkıntısı çekmiyor, biz de olduğu gibi ikinci iş yapmak zorunda kalmıyorlar.
Ayrıca yazarlar, yazarlık tecrübelerini anlatarak da iş imkanı bulabiliyorlar. Örneğin bir üniversitenin yahut kolejin sanat kürsüsünde ders verip yazarlık tecrübelerini anlatıp para kazanabiliyorlar. Kolej ve üniversiteler yazarın bu tecrübesini önemsiyor. Bu yüzden üniversitelerin kapıları yazarlara da açık. Zaten Amerikan eğitim sisteminde bizde olduğu gibi hoca bildiğini anlatıp geçmiyor. Çünkü üniversite kürsüsü vaaz kürsüsü değil. Dersler daha çok seminer şeklinde öğrencilerin de bilgi ve fikri katılımıyla tartışma ve eleştiri ortamında gerçekleşiyor. Derse devam mecburiyeti yok. Sıkılan öğrenci dersi terk edip çıkabiliyor. Amerika'da, büyük sanayi şirketkeri, vakıflar, dernekler, sendikalar ve iş adamları kültürün gücünün farkındalar. Bu yüzden kültür adamlarını ve yazarları destekliyorlar. Bu da dünyada Egemen bir Amerikan kültürünün canlı olmasını sağlıyor. Hollywood bu yazarlardan senaryo, danışmanlık hizmeti alıyor. Tiyatrolar kapılarını açıyor. Amerika edebiyat ve sinema ödülleri, bestseller kitaplar ve filmlerle kültürel iktidar kuruyor.
Ayrıca Amerika'da hayalet yazarlar var. Bunlar da devlet adamları, sinema sanatçıları, önemli adamlar ve müzisyenler adına kitap yazıp büyük paralar kazanıyorlar. Kitapta kendi adları olmuyor ama büyük servet kazanıyorlar. Bize gelince ne sinema sanatçılarının, ne meşhur müzisyenlerin, ne de devlet adamlarının yazmak ve yazılmak gibi bir dertleri yok! Hatta haklarında yazılan eseri mahkeme kararıyla durdurabiliyorlar. Sonra kurum, kuruluş,vakıf,dernek ve sanayici iş adamlarımizin da kültür ve sanatla bir işleri yoktur. Sivil toplum kuruluşların başında kültür adamları değil cahil siyaset adamları vardır. Bir kaç tanesi hariç, siviltoplum kuruluşlarımız kültürün değil siyasetin payandasıdır. Hayatında şehirle ilgili tek satır okumamış adamların belediye başkanı, tek bir edebi kitap okumamış adamların siviltoplum lideri olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Kitap basarsam sıkıntı yaşarım diye korkan belediye başkanları mı dersiniz, şehri tanımayan, edebiyat ve sanattan uzak kültür müdürlerinin yönettiği kurum ve kuruluşlar mı?!! Bu ülkede valilerin belediye başkanlarından daha iyi şehirleri yönettiği ve kültür hizmeti yaptığı gerçeği de unutulmamalıdır.
Belediyelerin tek bildiği şey halkın vergisiyle hazırladıkları yardım paketlerine adlarını yazdırıp meşhur olmak! (Halkın yardıma muhtaç olması da ayrı bir sorun) Eğitime, sanata, insana yatırım yapma dertleri yoktur. Kültür ve medeniyetten bahsederler ama bir kitap alıp okumazlar! Bir öğrenciye burs vermekten imtina ederler. Belediyeler kanalizasyonla ilgilendiklerinin yüzde biri kadar kültürle ilgilenmezler. Çünkü yemeğe verdikleri harcamalar gözlerine gelmez ama sanata kültüre verdikleri gözlerine gelir... Karın doyurmayı sevdikleri kadar ruhu ve zihni doyurmayı sevmezler. Belediyecilikte kanalizasyonu önemseyenler ona atık sağlamak için çalışırlar. Bu yüzden devlet parasıyla, Cimri'nin kahramanı Harpagon'un deyişiyle "cinayet sofraları" hazırlatırlar. Yemek çadırı kurmak bir tiyatro salonu açmaktan kolaydır. Siyaset yığınları kültür seçkinleri sever....
Amerika'nın büyüklüğü kültür ve sanata verdiği önemden, bizim kültürel iktidarsızlığımız ise kültürü ve yazın adamlarını ihmalden geliyor. Amerika'da üniversite ve kolejlerin kapısı yazar ve sanatçılara açıktır, bizde ise hapishanelerin... En büyük yazarlarımız hapishane eğitiminden geçmiştir. Amerika niçin büyük sorusu yerine, Amerika'nın (yukarıda anlattığım) kültürel anlayışına bakıp biz niçin küçügüz diye sorunuz. Ancak o zaman benim ne demek istediğim anlaşılır....