Konsomatris şairler dedimse kadın şaire anlamayınız. Şair denildiğinde zaten erkek akla gelir. Çünkü kadın şiir için ilham kaynağıdır, şiir yazmaz şiir olur.

Konsomatris şairler dedimse kadın veya şaire anlamayınız. Şair denildiğinde zaten erkek akla gelir. Çünkü kadın şiir için ilham kaynağıdır, şiir yazmaz şiir olur. Kadın, şairi besleyen ilham kaynağıdır. Şair özne kadın nesnedir.

Tarihte her ne kadar şiir söyleyen kadınlar çıkmışsa da bunlar çoğunlukla ölü evinde ağıt, düğün evinde mani yakmışlardır. Ortadoğu coğrafyasında savaş ve talanlarda erkekleri yüreklendirmek/cesaretlendirmek için coşkulu yiğitlik şiirleri söylemişlerdir. Örneğin Hind b. Ukbe Yermük Savaşı'nda dağılan İslam ordularını söylediği şiirlerle cesaretlendirip zafer kazanılmasına vesile olmuştur. Savaş ve talanlarda zılgıt çalıp heyecan yaratmışlardır. (Zılgıt ortadoğu coğrafyasında kadınların "liii liii liii" diye haykırarak çıkardıkları ses!) Batı'nın Safo gibi büyük kadın şairleri olduğu biliniyor. Ama bana göre onların bu güçlü kadın şairleri erkeksi ruh taşıdıkları için iyi şair olmuşlardır. Bilindiği üzere Safo lezbiyendir ve sapkın şiirleriyle meşhurdur. Hind b.Ukbe'de erkeksi seçkin bir kadındır. Dul kaldığında babası Mekke'nin ileri gelenlerini sıraladığında "bana isim sayma adam söyle!" demiştir...

Benim konsomatris diye tanımladığım şairler erkek. İzmir fuarında gazino, pavyon veya meyhanelerde masalara çağrıldığında gidip şiir okuyorlarmış. Gerçi bu şairlerin adını bilmiyoruz ama gazeteye verilen ilandan böyle şairlerin olduğunu ve kabiliyetlerine göre şiir söyleyip para kazandıklarını öğreniyoruz. Pavyonlarda masalara çağrılan konsomatris kadınlar gibi burada şair masaya çağrılıp şiir okuyor. Tabi gazino, pavyon veya meyhane ortamlarında siyasi şiirler söyleneceğini beklemeyiniz. Bu ortamda ancak aşk, kadın ve şarap şiirleri okunur. Nereden mi biliyoruz? İlanın içeriğinden. "Şairler" diye bir şiir yazmış, o yazıda Shakespeare'in veciz bir ifadesinde geçtiği üzere "kötü şiir yazan şairleri öldürün" sözüne yer vermiştim. Tabii şairlerin kadınları ayartmak için şiir söylediklerini, Fuzuli'nin dediği gibi "sözlerinin yalan" olduğunu yazmıştım. Alınan şairler olmuştu. Oysa bu ilan benim şiirimde söylediklerimi haklı çıkarmıştır.

Şairlerin serseri ruhları onları her hale sokmaktadır. Bu ilanda görüldüğü üzere gazinoya/pavyona düşürmüş. Allah daha beterin saklasın. Ben de şairim. Şiirde yalan hakikat, hikmet, ayartma vs. herşey vardır. Kur'an'ın dediği gibi "sahralarda dolaşan mecnunlar gibidir." İyisi vardır kötüsü vardır... Akıllısı vardır delisi vardır. Burada en iyi şairlerin deliler olduğunu söylemeliyim. İlk aklıma gelen çılgın Nietzsche ve akıl hastası Ezra Pount!

Şairlik seçkinlik midir, yoksa düşkünlük müdür? Geçmişte bunu nasıl görmüş, nasıl değerlendirmeler? Klasik devirlerde, feodal sisteminde şairler, ozanlar, dengbejler

kabile ve aşiretleri öven şiirler yazmışlardır. Her aşiret ve kabilenin bir şairi var. Bunlar saz ve sözleriyle hizmet ediyor. Aşiret ve kabile bunları besliyor. Bunu daha gelişmiş şeklini Osmanlı'nın Patrimonyal sisteminde görüyoruz. Örneğin Osmanlı Patrimonyal sisteminde şairler ideolojik olarak kullanmıştır. Halil İnalcık "Şair ve Patron" kitabı ile "Has-Bağçede Ayş ü Tarab" kitaplarında bu konuyu anlatmıştır. İlginç olan İnalcık dahi mutriblerle şairlerin adını aynı hizaya yazmış. "Nedimler, Mutribler, Şairler" alt başlığını koymuş kitaba. Şahsen şairler adına ben bunu incitici buluyorum. Çünkü Osmanlı sarayında mutriblik pek de seçkin bir meslek değilmiş. Bunu nereden mi biliyorum. Fransız elçiliğinin bir müzkli balosuna ailesiyle katılan, kendisini eşiyle birlikte dansa kaldırmak isteyen büyük elçiye, Sultan Abdulaziz "bizde bu işi köle ve cariyelerimiz yapar biz seyrederiz" demiştir. Böylesine bir bakışın hakim olduğu sarayda mutriblar ile şairlerin birlikte zikredilesi şair Nabi'nin "görmüşüz" redifli gazelinde geçen "çanak yalayıcıları" hatırlatıyor birazda...

Ayrıca İnalcık, "Şair ve Patron" kitabında kapıkulu şairlerin padişahlardan yüklü cülus ve bahşişler aldıklarını yazmıştır. Şairlere kaşı padişahlarımız oldukça cömert davranmış büyük bahşiş ve hediyeler vermiştir. Bu gelenek Mustafa Kemal'den sonra sanki kalkmış gibidir. Cumhuriyet tarihinde bir tek Mustafa Kemal aydın ve şairlerin kıymetini çok iyi bilmiş onları hem içki sofrasında ağırlamış hem büyük makam ve mevkilere getirmiştir. M. Kemal bu konuda öylesine cömerttir ki Kemalettin Kamu'nun bir şiir kitabına 500 cumhuriyet altını vermiştir. Matematiğim zayıf olduğu için ben bugünkü değerini hesaplayamıyorum varın siz hesaplayın. Cumhuriyet devrinde aydın ve sanatçıya bu denli cömert davranan, makam mevki veren başka bir cumhurureis gelmemiştir. Cumhuriyetin ilk döneminde siyasi ve idari sınıfın entelektüel ve kültürel seviyesi çok yüksektir. Cumhuriyet tarihindeki bu ilk dönem kültürel ve entelektüel birikim bir daha yakalanamamıştır. Çünkü bunlar imparatorluk bakiyesi aydın ve sanatçılardır.

Konsomatris şairlerden kapıkulu şairlere geldik. Bazıları "konsomatris şairleri" kınayabilirler. Ancak unutmamlıdır ki şiir ve nesir alanında bu tür benzetmeler çok yapılır. "Fikrin Fahişeleri", "fikrin zamparaları" ve "edebiyatın orospuları"ndan bahsedilir. Ben de bunlara ilavaten "şiirin konsomatristleri" daha doğrusu "Konsomatris Şairler" olduğunu ve bizatihi geçmişte İzmir Fuarı'nda bir meslek olarak varlığını sürdürdüğünü söylüyorum. Ayrıca fikrin fahişeleri, zamparaları, edebiyatın orospuları soyut olarak kullanılmış kavramlar iken, ben burada "konsomatris şairler"i somut olarak gösteriyorum. En büyük delilim de gazete ilanı! Necip Fazıl fikrin fahişesi ve zamparasından, Stefan Zweig edebiyatın orospusu'ndan bahsetmiştir. Necip Fazıl bu kavramları kimler için söylediğini ima etmiş ancak isim vermemiştir. Ancak Stefan Zweig "Edebiyatın Orospusu" sıfatını büyük usta Balzac için kullanmaktan çekinmemiştir.

Benim kullandığım konsomatris kavramı edebiyat tarihine geçer mi bilmem? Bu tanımlamamı şairler nasıl karşılar onu da bilemem. Geçmişte şiir yazıcılarılarının çantalarında şiir sattığı, destancıların omuzlarına astıkları teyipte halka destan dinletip destan sattığı, meyhane şiirlerinin TV ekranlarında okunduğu bu memlekette "konsomatris şairler"in olması kadar doğal bir şey yoktur. Şairin tarihi bu uzun macerasından sonra geldiği noktada şiir ölmüştür. Artık şiir Monna Roza gibi daktilo ile çoğaltılıp elden elde dolaşmıyor. Artık kitleri harekete geçirecek gücü de yok! Şiir popülerliğini yitirmiştir. En radikal şiir yazan şairleri polis takip etmiyor. Devlet artık şairleri hapise atmıyor. Çünkü şiirin ne devrim yapacak gücü ne gazino ve pavyonlarda halkı eğlendirecek coşkusu var. Artık şairler fikrin fahişesi olsalar da şiir karın doyurmuyor. Zamparası da olsalar kadınlar şiire kulak kesilmiyor, şairlere yüz vermiyorlar. Asıl trajik olan ise "konsomatris şairler" bu dünyadan göçmüş, şiir çağı kapanmıştır...