Arkadaşlar, yarın pazar değil mi? 20 Nisan 2025. Bu aralar her şeyi unutuyorum da sıcağı sıcağına tarih düşeyim de unutursam bana hatırlatasınız diye yazdım.

Bu okuyacağınız hikâyede geçen tüm karakterler, yerler ve olaylar tamamen hayal mahsulü olup bir uydurmacadan ibarettir. Hamdi deseniz, öyle biri değil Türkiye’de, dünyada dahi yoktur, hiç olmamıştır.

Bakın Bakim Kim Gelmiş?

Biri vardı.

Çok mutluydu.

Vicdanını kasap çengeline asmış, zemheri zürafası gibi ortalıkta geziyordu.

Normal bir memur ne kadar maaş alıyorsa o kadar alıyordu ama ekonomik gidişattan memnun olmayan herkesi nankörlükle suçluyordu.

Suya sabuna dokunmaz, etliye sütlüye karışmaz, bekçi köpeği gibi havayı koklardı.

Netameli hiçbir konuda kimse onun ne düşündüğünü bilemezdi. Ki zaten öyle zamanlarda onu ortalıkta gören de olmazdı.

Amma velakin başını ağrıtmayacak her konuda herkesten önce o konuşur, o yürür, o bağırır, hatta sessiz kalanları korkaklıkla ya da hainlikle suçlardı.

Silik olmasına silik bir tipti ama acaip sinir bozucuydu.

Herkesi başına gelenden sorumlu tutardı.

Kendi halinde yürürken kafasına tuğla düşen adamı suçlardı mesela, sen de oradan geçmeseydin diye.

Belediyenin açtığı ama haftalardır kapatmadığı devasa çukura arabasıyla uçan biri olsa ilk bu suçlardı, gece vakti yürüyüş yapmak varken arabayla çıkmak da neyin nesi oluyor diye.

Kendince gerçek bir vatanperverdi.

Öyle ki kendinden başka vatanını milletini seven bir başkası neredeyse yok gibiydi.

Kuruşuna zeval gelmediği sürece kim batmış kim çıkmış kim ölmüş umurunda olmazdı.

Başkalarının başına gelenler ona göre ya mukadderat ya da hak ettikleri bir cezaydı.

En ufak bir eleştiride bulunan gazeteci, yazar, sanatçı kim varsa alayına birden ateş püskürürdü.

Saatlerce ettiği hakaretlerin toplamı, nankörler, hainler, çapulcular gibi üç-beş kelimeden öteye geçmezdi.

Allah’ın sopası yok diyorlar ya, öyle değil işte.

Varmış.

Bir gün trafikte kendi tabiriyle yolu üç serseriyle kesişiyor.

Yol verme tartışması kavgaya dönüşüyor.

Derken artık serseri mi, ballici mi, alkolik mi, zibidi mi olduğu belli olmayan o üç kişi arabadan inip, sonra da bunu aracından çıkarıp eşek sudan gelinceye kadar dövüyorlar.

Bizim ki yol yordam biliyor tabi, bunların plakasını alıyor, kendine gelir gelmez de her Türk vatandaşının yaptığı gibi ilkin hastaneye gidip rapor almak sonra da hakkını aramak için karakola gitmek oluyor. Bizimkinin karakolda beklemesi, ifadesi falan üç-beş saat sürüyor..

Zanlılar yakalanıyor.

Karakola getiriliyor.

Aralarında sözleşmişler gibi, biz bu adamdan şikayetçiyiz memur bey diyerek başlıyorlar söze. Hem aracımıza zarar verdi hem anamıza, bacımıza küfretti. Bey amca, çek git yoluna dediysek de bizi dinlemedi. Sonra yerden aldığı taşla önce aracımıza zarar verdi, bakın bunlar fotoğrafları, sonra bizi tehdit etmeye başladı. Biz sadece kendimizi korumaya çalıştık ama bey amca gözü dönmüş durdurulamaz halde bize saldırmaya devam etti. Aramızda kısa bir arbede yaşandı. Düştü, kafasını kaldırıma çarptı. Ambulans çağıralım mı dedik, hiddetlendi, tekrar küfretmeye başladı. Biz de fırsattan istifade oradan uzaklaştık. Olan biten bundan ibarettir. Yalnız aracımızın zararını karşılaması koşuluyla şikayetimizden vaz geçebiliriz.

O serseri mi, ballici mi, alkolik mi, zibidi mi olduğu belli olmayan, üstelik önceden de çeşitli sabıkaları olan kişiler ifadelerini verdikten sonra serbest bırakılıyor.

Bizimkini durdurabilene aşk olsun. Karakolda hadise çıkarıyor.

Ben kimseye sövmedim, kimsenin aracına zarar vermedim, onlar bana saldırdı, işte darp raporu dese de nafile.

Hani kendine kalsa adamların derakap tutuklanıp sittin sene içeride yatması gerekiyordu.

Neyse uzatmayalım.

Birgün baktım çay bahçesinde tek başına oturmuş, cığaranın birini diğerine tüttürüyor.

Ki, kendisini de zaten çay bahçesinden tanıyorum, ama o kendisini tanıdığımdan daha iyi tanıyor beni.

-Naber lan Hamdi dedim -oysa adamın adamı Hamdi değil- morartmışlar seni. Gerçekten yüzünde hâlâ çeşitli morluklar vardı.

-Hep senin gibiler yüzünden dedi, bunca badire atlattık, haksızlığa uğradık, dayak yedik, o üç serserinin kendi araçlarına verdikleri zararı bize ödettiler, şikayetçi olduk ama netice itibariyle biz suçlu olduk.

-Benim ne kabahatim var Hamdi dedim, ben mi sana trafikte serserilerle tartış dedim.

_Ne kabahati varmış, olur olmadık her konuda o kadar gereksiz şey yazan sen, başıma gelenlerle ilgili tek satır yazmadın. Sen değil, kimse uğradığımız haksızlıkla ilgili tek satır yazmadı. Kimse bize sahip çıkmadı. Onca tanıdığım siyasi var, kimin kapısını çaldıysam, ya Hamdiciğim senin bu yaşadıkların her gün herkesin başına gelebilecek sıradan olaylar. Büyütme bu kadar diyerek beni başlarından savdılar. Bu ülkede ne hak var ne hukuk ne adalet. Gazeteci desen zaten yok.

-Hamdiciğim dedim ben de, ya büyütme o kadar. Belki de senin hakkında hayırlı olan budur, kaderinde var ki yaşamışsın, mukadderat işte, ne yaparsın.

Olayın üzerinden onca zaman geçmesine rağmen yediği dayaktan hâlâ her tarafının ağrıdığı belli olan Hamdi, ne kaderi ne mukadderatı diyerek birden ayağa kalktı. Bir yandan bana doğru hamle yaparken, diğer yandan avazının çıktığı kadar “la daş yoğ mu daş!” diye bağırarak sağa sola saldırıyordu.

Sonraki zamanlarda sahipsizliğin verdiği şoku atlatamamış olacak ki Hamdi’yi ortalıkta hep allute gibi gezinirken gördüm.

Hani üzülmedim desem yalan olur, hatta haline acıdığım bile söylenebilir, ama bunu ona hissettirmedim.

Bana kalsa vicdanını kasap çengeline asmış, zemheri zürafası gibi ortalıkta gezinmesindense allute gibi dolaşması daha iyiydi.

Neyse…

Yani diyeceğim şu ki arkadaşlar, yarın pazar değil mi? 20 Nisan 2025 yani. Bu aralar her şeyi unutuyorum da sıcağı sıcağına tarih düşeyim de unutursam bana hatırlatasınız diye yazdım.

Şimdi düşünüyorum da, Hamdi kimdi ya?

Bana hiç tanıdık biri gibi gelmedi.

Kapınız mı çalındı, bakın bakim kim gelmiş?