On beş günlükken tanıştığımız Alex altı ayda boyumu aşınca çocuklara zarar verir korkusu yüzünden köye götürüp dayılarıma teslim etmemim üzerinden tam beş yıl geçmiş.

Geçen gün fırında karşılaştığım, ayaküstü memleket meseleleri konuştuğumuz Ahmet ağabey yok bugün.

Geçen yıl sosyal medyada atıştığımız, bana Şanlı Urfa'dan kafa tutan, Kazım kardeşim de yok.

Canını istesem gözünü kırpmadan vereceğini bildiğim ve daha hayattayken ölümünü düşünüp ağladığım canım dedem de yok.

Dünyanın en güzel şiirlerini, en güzel resimlerini, en güzel türkülerini, en güzel romanlarını yazanların da hiçbiri yok.

Çocukluğumuzda mahallemizin toprak sahasında naylon topla futbol oynadığımız İdris, ayağım kırıldığında yanımdan ayrılmayan, yaptığı şakalarla canımın acısını unutturan Bekir ve şaka leblebilerimizi paylaştığımız Zeynel’in aramızdan ayrılmasının üzerinden yıllar geçti.

Evimizin bodrumunda doğurduğu yavrularını korumak için ikide bir yer değiştiren Oburcan gideli tam iki yıl oldu.

Daha on beş günlükken tanıştığımız Alex altı ayda boyumu aşınca çocuklara zarar verir korkusu yüzünden köye götürüp dayılarıma teslim etmemim üzerinden tam beş yıl geçmiş.

Bir Aralık İlkokulunun arka bahçesinde koşarken düşüp burnumu kırmamın üzerinden bir ömür geçmiş.

Kim götürdü, kim düşürdü hatırlamıyorum bile.

“Baban Hollanda’ya gitti,” dediklerinde, şimdiki Divan Pastanesi'nin yerinden kalkan otobüse yetişmek için evden ta buraya koşmamın üzerinden tam 54 yıl geçmiş.

Unutulmazlar dediklerimizin isimleri ya bir tahtaya, ya bir lahite, ya bir parça mermere yazılı.

Geçmeyecek zaman, bitmeyecek ömür, unutulmayacak kimse yok.

Dualarımızın, gözyaşlarımızın, ağıtlarımızın tamamı yüreğimize az biraz su serpmek için. Kalbimizin hırsını dindirmek için.

Gölgesine tahammül edemediklerimizle yana yana uzatmayacaklarını nereden bilelim!

...

Çocukluğumun geçtiği Gavur Mahallesine gittim geçen gün. Süryani arkadaşlarımla koşup oynadığımız sokakların taşları yerli yerinde.

Kilisenin duvarları yükselmiş.

Toprak evlerin çoğu yıkık. Kimisi de harabe.

Dut ağaçlarını kesmişler.

Nar bahçelerinin yerinde yeller esiyor.

Marangozlar çarşısının yerinde binalar yükselmiş. Balkonlu binalar. Kimselerin oturmadığı balkonlar. Perdeleri örtük evler.

Kalın gözlüklü iki yaşlı amca dışında eskileri hatırlayacak kimse göremedim. Onlar da beni hatırlamadı.

Kadınlar bir elinde çocuk, bir elinde avuç kadar cep telefonları.

Çocuk bezi sığan çantalara cep telefonu sığmaz!

Yeter bu kadar.