Onca Savaş çığırtkanlığı yapıp 72 düvele meydan okuyan bir milletin koronavirüse karşı paniklemesinin nedenini anlamıyor değiliz; savaşta başkalarının çocuklarının öleceklerinden imanları gibi eminlerdi çünkü.
Düne kadar, şehadet şerbetini içip, beyaz kefenleri peşin peşin giydiğini söyleyenler şimdi evlerinden dahi çıkamaz duruma geldiler.
Mehmetçiğe moral vermek amacıyla sınırda düzenlenen konserde sahne almak için birbiriyle yarışan ultra sanatçılar şimdi biletleri önceden satılmış konserlerini bile iptal ettiler.
“Yurdumuzun çok tarafı olsa da kuru / Makarnadan kuvvetlidir yine bulguru...” Dizeleriyle düşmana hodri meydan diyenler, şimdi market raflarında makarna kapma savaşına girdiler.
Kim nereden biliyorsa oradan gelsin, Çin seddine dayanır dünyaları başlarına yakarız, “Buyursunlar... Bizim için savaş düğündür” naralarıyla ortalığa düşenler, değil yurt dışı seyahatlerini misafir gezmelerini bile iptal ettiler.
Benim iki çocuğum var, benim tek evladım var, gerekirse seve seve ölüme yollarım hamasetiyle kahramanlık taslayanlar şimdi çocuklarını öpüp sevmekten bile imtina ediyorlar. Dostlarıyla karşılaştıklarında tokalaşmak yerine uzaktan uzağa “ehlen ve sehlen” demeyi tercih ediyorlar.
Ortadoğu’nun sınırlarını değiştireceğiz, Şam, Kahire, Bağdat, Mekke, Medine bizimdir. Herkes büyük akına hazır olsun, zafer bizimdir, er ya da geç Osmanlı ruhunu dirilteceğiz, kaybettiğimiz toprakları yeniden elde edeceğiz hezeyanlarıyla milletin çocuklarının kanlarına girenler, şimdi sınır ötesine haritadan bile bakamaz duruma düştüler.
Çünkü durum değişti. Onlar savaşın ne olduğunu biliyorlardı ama çıkmasını istedikleri savaşın hiçbir tarafında ne kendilerinin ne de çocuklarının olmayacağını biliyorlardı.
Bol keseden kahramanlık nutukları atmaları bundandı. Vatan, millet, şehadet, kefen edebiyatının kendilerine hiçbir şekilde zarar vermeyeceğinden emindiler.
Bununçündür ki, başkalarının evlatları sınır ötesinde şehadet şerbeti içerken düğün- dernek kurmaktan, gün boyu eğlenmekten, rutin programlarını uygulamaktan geri durmadılar.
Şehit evlerinde yükselen feryatlar arş-ı âlâyı titretirken onlar, televizyon ekranlarında bu acılı ailelerin haberini yapma gereği dahi duymadılar.
Lüks otellerde düzenledikleri basın toplantılarda, “onlar sadece yer değiştirdiler, keşke o makam bize nasip olsa” diyerek alay ettiler.
Yas ilan edilmesini acziyet olarak gördüler.
Başkalarının çocuklarının ölümleri üzerinde her türlü kahramanlık taslayanlar koronavirüsle duvara tosladılar.
Ölümün soğuk yüzünü ve yaşamanın güzelliğinin farkına vardılar.
İşin ucu kendilerine dokunmasın diye şeytanı görmeden salavat getirmeye başladılar.
Önceden ayarlanmış randevularını iptal ettiler. Eşe dosta selam vermeyi kestiler. Toplu programlara son verdiler. Eğlencelerine ara vermek zorunda kaldılar.
Kendilerinden binlerce kilometre uzakta da olsa yaklaşmakta olan ölümün soğuk nefesini hissettiler.
Şimdi bir gün daha fazla yaşamak, sevdikleriyle bir gün daha birlikte olmak için akla karayı seçmiş durumdalar.
Ucuz kahramanlıkların, 72 düvele meydan okumaların, biz anamızdan şehadet şerbetini içerek doğduk diyerek ölüme kafa tutmaların sanıldığı kadar kolay olmadığını anladılar.
Düne kadar ölümle dans eden kahraman Türk milleti, ilk vakıanın – ki henüz ölümle sonuçlanmamış olsa bile- duyulmasından sonra marketlere akın etmeye başladı.
Bir gün daha fazla yaşamak için, ölüm bir gün daha kendilerinden uzak kalsın diye ülkenin üç aylık stokunu bir günde erittiler. Fırsatı ganimete çevirmekten de geri durmadılar. Karaborsacılığı yeniden milletin gündemine soktular.
Çünkü koronavirüsün ağalık-beylik, zenginlik- fakirlik konusunda ne kadar adil olduğunu gördüler.
Çünkü koronavirüsün gecekondularda yaşayanlarla saraylarda yaşayanlar arasında ayrım gözetmediğinin farkına vardılar.
Herkese aynı uzaklık ve yakınlıkta bulunan, her an herkesin hanesine konuk olacakmış gibi yaklaşan, hiçbir zorbanın elindeki güçle kendini korumayacağını hissettiren koronavirüsün herkes için çok büyük bir tehlike olarak görülmesi ulaştığı herkese adil davrandığının bilinmesindendir.
Saltanatlarının sarsılmasından korkanlar için adaletten daha tehlikeli ne olabilir ki?