Kültür hayatımızın marka isimleri vardır. Marka olabilmek sadece ticari başarının ölçeği değildir; kültür hayatımızın da simgesi olmayı gerektirir. Her markanın gerisinde alın teri, dürüstlük ve işine özen gösterme duyarlığı yatar.
Kastamonu’nun Araç ilçesinde doğan Şekerci Hacı Bekir uzun yıllar süren çıraklık ve kalfalık döneminden sonra ustalığa geçer. Bütün Türk ve dünya markalarının gerisinde “çekirdekten yetişme” belirleyici bir özelliktir.
1777 yılında İstanbul’a gelen Şekerci Hacı Bekir Bahçekapı semtinde açtığı küçük dükkânında kendi üretimi olan lokum, akide vb. şekerlemeleri satmaya başlar. 1817-1820 yılları arasında hac görevini yerine getirmesiyle Hacı Bekir olarak anılmaya başlanacaktır. Araç ilçesinde şekillenen iş ahlakı “Hacı” sıfatı ile taçlanınca dürüstlük ve işine özen gösterme vazgeçilmez bir yolu olacaktır.
Marka olmak önce sabır sonra yenilik işidir. Hacı Bekir lokum ve şekerleme geleneğini aynen sürdürmekle yetinmez devrim niteliğinde atılımlar da yapar. Osmanlı’da 16. yy'da başlayan şekerleme imalatında tatlandırıcı olarak bal ve pekmez kullanılıyordu. Hacı Bekir’in İstanbul yıllarında Avrupa’da üretilen, o günlerin ismiyle "Kelle şekeri" olarak Türkiye'ye gelmesiyle, Şekerci Hacı Bekir, bu şekeri havanlarda dövüp eriterek, gül, tarçın, sakız, portakal limon ilavesi ile farklı tat ve renklerde akideler üretmeye başladı. Bu atılım şekercilikte bir devrimdi.
Hacı Bekir bir yenilik daha yaptı hatta yenilikten öte bir buluştu bu: 1811'de Alman bilim adamı Kirchhoff tarafından bulunan nişastayı un yerine kullanarak, şeker ve nişastayı birleştirdi. "Turkish Delight’’ yani Türk lokumu olarak bilinecek dünya markası işte böyle ortaya çıktı. Dünyanın kıvamını, tadını taklit edemediği bir bileşimdi bu. Kaliteden taviz vermeyen iş ahlakı her markanın gerisinde yatan belirleyici güçtür.
Kapitalist sistemde, sermaye birikimin getirdiği reklam, makineleşme, yüksek ölçekli üretimler marka oluşturmaya yetmez. Ülker Holdingin üretimi olan binlerce gıda ürününden marka olmuş tek birini bulamazsınız çünkü hepsi tüketim gıdasıdır yani vahşi kapitalizmin tüketim kültürü.
Batı dünyasında marka olmuş gıda ürünleri hakkında yayınlanmış “tarihçe” kitaplar vardır. Yeni kuşaklara bu tarihçeler ile markanın iş ahlakı, üretim özeni ve sabır aktarılır. Doğu kültürü ise sözlü nakillerden beslendiği için “marka tarihçeleri” ya önemsenmez ya da hakim olan zihniyet bunu bir yük olarak görür.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bir konuşmasında “Ne yazık ki kendi kültürümüzü oluşturamadık” demişti. Osmanlı ve Cumhuriyet Şekerci Hacı Bekir, Baklavacı Hacı Baba, Baklavacı Güllüoğlu gibi markalar oluşturma başarısı ile anılırken İslamcı Erdoğan yönetimi de Bim, Şok, A 101 gibi kapitalist tüketim kültürünün bakkal dükkânlarıyla belleklere yerleşecektir.
Mazinin “Hacı”ları damak zevkimize yeni ufuklar açarken günümüz hac ve umre rekortmenleri maliyeden sildirdiği milyar Dolarlık vergi muafiyetleri, milletin bilmem neresine “koyan” küfürleri ile tarih sayfalarında yerini alacaktır.
Alper Aksoy