Sn.Erdoğanın “Türkiye İttifakı” mesajının içeriye değil “dışarıya” olduğunu tahmin ettiğimi bir önceki yazımda yazmıştım. Ard arda olan iki gelişme bu tahminimi doğrular mahiyette.
Aslında, YSK’nın İstanbul seçimlerini yenileme kararından üç gün öncesine kadar, seçimlerin yenilenmesinin hem AK Parti, hem de CYS ( cumhurbaşkanı yönetim sistemi ) için büyük risk olacağını ve bu yüzden kararın, İstanbul seçimlerinin yenilenmesi yönünde olmayacağını düşünüyordum.
Fakat, 8 yıl avukatlarıyla görüşme yasağında olan ve mesajlarının dışarıya ulaştırılması kesin yasak olan terörist başının yeniden gündeme gelmesi ve açıklamaları, İstanbul seçimlerinin iptali yönünde kanaatlerimin değişmesine sebeb oldu.
Olamaz olan oldu!..
“Türkiye ittifakı”söyleminin, “dışarıdaki” karşılığı ve tek anlamı, “Bölücü teröristlerin, yani ABD ve BATININ, a-simetrik savaş unsurlarının ( PKK, PYD, YPG ), kontrol ettiği ve tabanını oluşturan “Kürt” seçmenle, “İktidarın” yeni bir yumuşama sürecine girmesi ve ortak bir paydada anlaşabilmesidir.

Terörist başı, Suriye mesajında Türkiye tezini desteklemiş ve Türkiyenin rahatsız edilmemesini söylemiştir.. Ayrıca Cezaevlerinde, HDP’nin yönettiği açlık grevlerinin sonlanmasını istemiş ve “ silahlı kültüre” dayalı ( ne demekse, silahla yapılan bir kültür (!).) mücadelenin bırakılıp dialog ve barışla görüşme yollarının daha doğru bir yönem olacağını ifade ve tavsiye etmiştir.

8 yıldır susturulan bu terörist başına, niçin YSK kararından önce Avukatları aracılığı ile yazılı bir açıklama yapma fırsatı verilmiştir? 
Açıklamanın içeriğine ve zamanlamasına bakılırsa “Türkiye İttifakına” yönelik yeni bir çözüm sürecinin işaretlerini veriyor.

Ne karşılığında?

Yenilenecek olan İstanbul seçimlerinde AK Parti adayının; 31 Martta CHP adayından yana oy kullanan HDP kontrölünde ki, yani daha doğrusu “terörist başının” sözünü dinleyen “Kürt” seçmeni tekrar kendi yanına çekmesi seçimi kazanması için şart gözüküyor.

31 Mart seçimlerinden bir ay kadar önce HDP’nin aday göstermeyeceği illerde “Millet İttifakı” ile mi, yoksa “Cumhur İttifakı” ile mi anlaşacağı üzerine sert tartışmalar yapılırken, bu köşede yazmıştım. HDP’nin, seçmenini il ve ilçe bazında en güçlü bir şekilde konsolide etme örgütsel yapısına sahip bir parti olduğunu ve işine hangi ilde hangi ittifakla anlaşması geliyorsa onunla anlaşacağını, bazı illerde AK parti ile, bazı İlerde CHP ile karşılıklı takasa ve kadroya dayalı ayrı ayrı anlaşabileceğini ifade etmiş ve o yazım da yer alan iddalarım da seçim sonrası doğrulanmıştır. Kars ve Iğdır başta olmak üzere AK Parti seçmeni Adana, Mersin’de, MHP adaylarını “cumhur ittifakının” adayı olmasına rağmen desteklememişlerdir. AK Parti, bu iller bazında seçimlere de asılmamıştır.Buna karşılık Güney Doğuda bazı illeri HDP’den geri aldığını görüyoruz. .
Şimdi İstanbulda yeni bir seçim var ve şartlar taraflar yeniden masaya oturacak gibi.

Genelde kamuoyunda, AK Partinin İstanbul’u kaybetmeyi asla içine sindiremediği ve elinde ki her türlü İktidar gücünü kullanarak seçimi yenileyip, İstanbul büyükşehir belediye başkanlığını ne pahasına olursa olsun tekrar kazanmak istediği algısı yaygın ve hakim bir kanaat.

Fakat artık millet ve devlet olarak hızla sürüklendiğimiz kaos döneminde karşımızda ki “beka” sorunu İstanbula kimin başkan olacağından çok daha önemli ve öncelikli.

Sn.Erdoğan ve Sn.Bahçeli 31 Mart seçimlerini “Beka” meselesi olarak gündeme getirdiler.Fakat “Beka” meselesinin ne olduğunu anlatmadılar ve içini doldurmadılar.Bakın anlatamadılar demiyorum, “anlatmadılar” diyorum.Niçinine geleceğim.
Fakat “Cumhur İttifakının” muhalifi “ Millet ittifakı da” asla bir “Beka” sorunundan bahsetmedikleri gibi “Cumhur İttifakının” dillendirdiği “ Beka” iddasını ise sadece kendi “iktidarlarının bekası” olarak nitelendirdiler.
Kısaca “Cumhur ittifakı”, “Beka” dedi içini doldurmadı.”Biz diyorsak bir bildiğimiz var, bize inanın bize güvenin” demekle yetindiler. Buna karşılık “Millet İttifakı” ise “ Beka” sorununun varlığı ile hiç mi hiç ilgilenmediler, gündemlerine almadılar ve dillendirip ifade dahi etmediler.

Peki gerçekte bir “Beka” sorunumuz, “ Türkiye Cumhuriyeti” olarak var mı yok mu ?
Elbette var.
Hem de 1923 ‘ den beri olmadığı şiddette olmak üzere var.

Bakın basit birkaç soru ile “Beka” sorununu adım adım netleştirelim.

-ABD ve AB, “Türkiye Cumhuriyetinden” ne istiyor?
-ABD ve AB son 39 yıldır yani 1980 yılından beri ne istedi de vermedik, olmaz dedik?
-ABD ve AB bizim vermeyeceğimizi bile bile, bizden ısrarla isteklerini tekrarlıyor ve çemberi “siyasi, sosyal, ekonomik olarak ve a-simetrik savaş unsurları ile sıkıştırıyorsa gerçek niyeti aslında o zaman ne oluyor?

ABD ve AB açık ve net olarak bizden şunları istiyor.

1-Orta Doğuda bir “Kürt Devleti” kuracağım.Bunu kabul et.İtiraz ederek savaş sebebi saymaktan vazgeç.
2-Bu kurulacak “Kürt Devletinin” Türkiye sınır güvenliği için, Güneydoğu Anadoluda federal bir yapıya geçerek “Kürtlerin” özgürlük ve güvenlik alanlarını genişlet.
3-Kıbrısı AB üyesi olarak tanı ve Doğu Akdenizde ki iddalarından vazgeç, Kıbrıstan askerini çek.
4-Ermenistan sınır kapısını aç.Diplomatik ilişki kur.Ermenilerin soykırım (!) iddalarını ve tazminat taleplerinin uluslararası mahkemelerde görülmesine itiraz etme.
5-Egede Kıta sahanlığı ve FIR hattı konularını AB yetkili kurullarına ve yargısının denetim ve kararlarına aç.
6-Türkiyede Rum, Ermeni ve diğer azınlık (!) haklarının korunması ve istekleri konusunda anayasa ve yasa engellerini kaldır.
7-İstanbulun bağımsız statülü şehir olarak yeniden yönetim biçimini belirle ve bizimle birlikte Boğazlar konusunda Montrö anlaşmasının, masaya oturarak güncellenmesini kabul et..

Şimdi kim bu taleplerin varlığından habersiz yada yok böyle talepler diyebilir?

Niçin İktidar sözcüleri ve Sn.Erdoğan ve ittifak ortağı Sn.Bahçeli “”Beka sorununun” adresini, içeriğini açık ve net olarak milletimizle paylaşmıyor?
Ve niçin muhalefet sözcüleri ve Sn.Kılıçdaroğlu ve Sn.Akşener “Türkiye Cumhuriyetine” yönelik ABD ve AB merkezli talep ve tehditleri açıklayarak, “iktidarın” milletten gerçekleri saklayarak yeniden ABD ve AB ile pazarlık ve anlaşma yollarını aradığını söyleyerek milletimizi uyarmak ve uyandırmak için bir çabanın içinde olmuyor?
Aralarında bir kayıkçı kavgasıdır sürüp gidiyor.
Şimdi bu taleplerin varlığı açık ve biliniyorken ve de bu taleplerin kesinlikle Türk Milleti tarafından asla kabul edilmeyeceği bilinmesine rağmen İktidar ve muhalefet niçin net ve açık olarak, birlikte bu gerçekleri milletle paylaşmıyor, ABD ve AB ile açıkça bir hesaplaşmaya girmiyor?
Niçin?... Niçin?...
Türk Devletinin “aklı” hala niye karışık ve milletin hızla kamplaşarak kaosa sürüklenmesi karşısında neden sessiz ve çaresiz?
İstanbul da belediye başkanının kim olacak kavgası, üzerimize çullanarak gelen “belayı” ve “tehditi” önleyebilecek mi?

İktidar, “Türkiye İttifakı” mesajı ve “bölücü bebek katili terörist başını” konuşturarak hala “ABD ve AB” ile barışıp anlaşabileceğine mi (!) sanıyor? NATO’nun ortak ittifakımız olduğu ümidi içinde “ortak menfaatler ve çıkarlar” masalına halâ mı inanıyor? Akdeniz 2. Dünya savaşında ki “pasifik” olmaya çoktan hazır.Güney sınırımızda gözü topraklarımızda olan yeni bir ihanet ordusu “Nato” da ki müttefiklerimiz tarafından kuruldu.
Muhalefet yani Sn.Kılıçdaroğlu ve Sn. Akşener ise biz gelirsek ABD ve AB tehdit ve taleplerinden vazgeçer, biz ilişkileri düzeltiriz mi sanıyorlar?.Ya da AK Partiyle bozulan ittifakınızda yeni partneriniz olmaya hazırız, mesajını vermek üzere ABD ve AB merkezli tehdit ve saldırıları hiç görmezden geliyor, gündemlerine bile almıyorlar.
Daha yeni Doğu Akdenizde uluslararası haklarımız çerçevesinde arama ve sondaj faaliyetleri yapan gemimizin varlığına ve çalışmalarına karşı önce Rumlar, sonlar ABD ve bugünde AB sırasıyla tehdit ve protesto mesajları yayınlamadılar mı?

Bu yazım yazılırken tarih 10 Mayıs 2019.

22 Haziran 1919’ da Emperyalist “BATI” ya karşı ilan edilen Amasya tamiminin 100. Yıldönümüne 43 gün kaldı.

İstanbulun yenilenen seçimine de 44 gün var.

Hangisi daha önemli?

100. yıl dönümünde II.Amasya tamiminin TBMM çatısı altında tüm siyasi partilerin katılımı ile yeniden yayınlanmasının önemini ve gerekliliğini görmek ve bilmek kimin görevi?

ABD ve AB başta olmak üzere tüm Türkiye düşmanı emperyalistlere; Türk’e kin, nefret ve intikam duyguları ile tehdit ve saldırı hazırlığında olan her unsura anlayacağı açıklık ve netlikte, II. AMASYA TAMİMİNİ yayınlamak, 100 yıl önce I. Amasya tamimini yayınlayan ve gereğini yapan ATATÜRK ve arkadaşlarının aziz hatıralarına saygının ötesinde bir görev ve mecburiyet değil mi?

Türkiye Cumhuriyetinde bu idrak ve görev mecburiyeti hangi kurumun uhdesinde ?

TÜRK MİLLETİNİN varlığının ve bekasının “KARARGAHI” yok mu?
Ve varsa bu “KARARGAHIN” sorumlusu kimler?

TBMM çatısı altında Milleti Temsil eden tüm partiler, bu KARARGAHIN neresinde?!..
İçinde mi, yanında mı karşısında mı?!..

ABD ve AB’ a karşılıklı ortak menfaat ve çıkarlarımızı konuşma vaktinin çoktan geçtiğini, ve onlara artık “Türk Milletini” -DÜNYA COĞRAFYASINDA- “düşman” olarak karşılarına aldıkları zaman neleri kaybedeceklerini ve nasıl bir tehditle yüz yüze kalacaklarını; “devletlerinin” ve “vatandaşlarının” ne kadar büyük bir risk altında olacağını anlatmanın ve göstermenin zamanının artık çoktan geldiği ve geçmekte olduğu ne zaman idrak ve kabul edilecek?

Ve bu idrak sahibi “Vatan-ı aslinin” evlatları kimler ve neredeler?

Hakkı Şafak Ses.
———-

Bu yazım bu hafta yayımlanan Milli Devlet gazetesinde yer almıştır.