Haklıydı. Sırtlan, kurt görmemiştim, ama diğerlerini görmüştüm. Özellikle domuz... Sürüyle dolaşıyorlardı. Dağ keçileri de vardı. Tavşanları, tilkileri saymıyorum

Hava buz gibiydi. Yağmur yok, ama dondurucu soğuk vardı. Yaylakonak'ın kuzey doğusunda bir tepedeyiz. Yol dar ve taşlı. Yoldan hemen sonra yükselen tepeler vardı ve biz hepsinde ağaçlandırma yapmışız. İki yıl önce... Kızılçam, badem ve akasya dikmişiz.

Arabayı durdurdum, indim, sahadaki fidanları görmek istediğimi söyledim şoföre. Yoldan başlayan yamaç hızla dikleşiyordu. Yoldan sadece yamaç görünüyordu. Ben sahanın tamamını görmek istiyordum. Sahanın büyük bölümü üst ve arka taraftaydı. Yani tepenin üstü ve diğer yamacında.

Şoför bu havada bu kadar sahayı gezmenin doğru olmadığını söyledi. "Gitme, hem soğuk hem domuz var, ayı var, kurt var, sırtlan var," dedi.

Haklıydı. Sırtlan, kurt görmemiştim, ama diğerlerini görmüştüm. Özellikle domuz... Sürüyle dolaşıyorlardı. Dağ keçileri de vardı. Tavşanları, tilkileri saymıyorum.

Saha oldukça büyüktü. Tepe onlarca futbol sahası genişliğindeydi. Ayrıca tırmanması çok zordu. Dik ve kayalıktı. Koca koca kayalar ve taşlar vardı. Boşluklara da fidan dikmiştik. Ocak dikimi. Yer yer kesik teraslar vardı. d

Anlayacağınız basacak yer yoktu.

Öte yandan soğuktu. Muhtemelen tepede rüzgar daha sert esiyordu.

Şoförü dinlemedim. Duyarlılığına teşekkür ettim, beni yaklaşık iki kilometre ilerideki çeşmenin orada, dut ağacının dibinde beklemesini istedim.

Yürümeye kararlıydım. İşimi doğru yapmalıydım. Bana olan güveni boşa çıkarmamalıydım. Para harcamıştık. Emek vermiştik. Eğer başarılı olursak, yani orman yetişirse erozyon olmayacak, yaban hayatı olacak, köylüler topladıkları kozalaklarla yakacak elde edeceklerdi. Bu yüzden fidanlarımızın büyümesi, ağaç olması gerekiyordu. Her şeyden önce tutması gerekiyordu. Gezmeden, görmeden nereden bilebilirdim? Nasıl konuşabilirdim? Yol kenarı sahanın tümü hakkında fikir vermezdi ki. İçim rahat etmezdi bir kere. Onca emek vermişiz ayrıca. Ne durumda olduğunu bilmek hakkımdı. Kendimi kandıramazdım. Zor, ama mümkündü. Biraz üşüyecek, biraz da yorulacaktım belki, ama olsun, değerdi. Sıcaklarda yılanların, akreplerin arasından geçmişiz biz. Köpek sürüleri ile karşılaşmışız. Aç kalmış, can telaşı yaşamışız. Bin türlü korku görmüşüz. Soğuk ne ki... vız gelir, tırıs gider.

Arabayı gönderdim, tırmanmaya başladım. Sıkı giyinmiştim. Başımda bere, ellerim cebimde, kesik teraslar, ocaklar, kayalar ve fidanlar... fidanları canlı ve büyümüş görünce soğuk işlemiyordu. İçim geçiyordu. Ateş basıyordu. Kanım kaynıyordu. Daha daha hızlanıyordum. Daha daha tırmanıyordum. Tohumlar fışkırmış, sürgünler uzamıştı. Kuruyan da var ama tutan kafi idi. Büyüdüklerinde boşlukları doldururlardı.

Tepeye varmıştım. Soğuk artmıştı. Rüzgar ıslık çalıyordu. Kocaman kocaman kayalar, uzayıp giden teraslar, fidanlar ve beni nereye çıkaracağını bilmediğim bir boşluk vardı karşımda. Korkuyordum. Fidanlar cesaret veriyordu, ama yine de korkuyordum. Tuhaf değil mi sizce? Karşıma kurt çıksa yahut şöyle kocaman bir boz ayı çıksa fidanlar ne yapabilirdi ki? Yahut tohumlar mermi gibi yağar mıydı mesela? Akasyalar dikenli dalları ile kırbaçlar mıydı ayıyı?

Rüzgara ve korkuya aldırmadan ilerledim. Saha düz olduğundan ufuk çizgisine kadar ki fidanları görebiliyordum. Sırtımda parke, başımda bere, içimde korkuyla kızılçam fidanları arasından buz gibi havayı içime çeke çeke yürüdüm.

Kuru otlar arasından fışkıran yeşil yeşil fidanları gördükçe rahatlıyordum.