Eski Yeşilçam filmlerinde esas oğlan, ya ağanın zulmünden, ya da kötü hayat koşullarından dolayı, yaşadığı köy ya da kasabadan, hayallerini gerçekleştirmek için İstanbul’a kaçardı.
Önceleri aç, perişan, ya üçüncü sınıf otellerde sürünür, ya inşaatlarda çalışarak hayatın acımasız yüzüyle karşı karşıya kalır ama pes etmezdi.
Sonra gözüpekliği ve bileğinin kavi olmasından mütevellit şans eseri ya bir mafya babasının kapısında tetikçi, ya da bir payvonda badigard olarak başlardı işe.
Şansı döner, hedefe giden yolda emin adımlarla ilerler, ya kendisi de mafya babası olur, ya da çalıştığı pavyonu satın alırdı.
Ya da efkâr dağıtmak amacıyla, tek başına gittiği bir pavyonda konsomatris ya da şarkıcı olarak çalışan esas kıza ilk görüşte çarpılır, sonra da yaşlı ve keltoş para babalarından birinin kıza sarkıntılık etmesi ya da malmış gibi muamele etmesinden dolayı çıkan bir arbedede ya silahına davranır ya da masa sandalye Allah ne verdiyse artık savurarak o ateş çemberinden hafif yaralı olarak çıkar ve kızı alır evine bırakırdı.
Derken kız, hem kendisi için çıkardığı kavganın verdiği vicdan azabı hem de son derece güçlü ve yakışıklı olmasından dolayı esas oğlanı evine çağırır, yaralarını pansuman eder ve o güne kadar kendi istediği dışında yüzlerce kez işlemiş olduğu günahı bu kız gönüllüce işler.
Aralarındaki aşk her geçen gün biraz daha alevlenir.
Kız yorulmuştur.
Çocukluğundan beri pembe panjurlu, içinde rengarenk çiçekler açan küçük bir bahçe ve deniz manzaralı küçük bir evde büyüteceği boy boy çocuklar hayal etmektedir.
Bu hayalinden esas oğlana söz eder, esas oğlan da şehrin keşmekeşliğinden yorulmuş, sevgilisiyle gözlerden uzak baş başa yaşayacağı bir hayat düşlemektedir.
Derken, bir ezan sesi duyulur. Esas kız, saçlarının yarısını örten bir şal ya da örtüyle camiye doğru ilerlemektedir. Camide kızdan başka kimse yoktur. İnceden yanık bir ney sesi duyulur. Ney sesi eşiğinde Kız ellerini göğe doğru açarak, “Ey ulu Allah’ım…” diyerek dua etmeye başlar, sicim gibi akan gözyaşları içerisinde bağışlanmasını diler ve o güne kadar işlemiş olduğu bütün günahlarından dolayı tevbe eder.
Camiden çıktığında kuş gibi hafiflemiştir. Yüzündeki yaşama sevinci görülmeye değerdir. Esas oğlan, onu cami dışında beklemektedir.
Kız, oğlanın koluna girer. Sonra ya evde, ya hamamda, ya da eğer düşlerindeki küçük bir kasabada yaşamak için yola düşmüşlerse bir derede kırk kez yıkanarak pirüpak tertemiz olmuş bir halde iki şahidin huzurunda, Allah’ın emri, peygamberin kavliyle, helalin helalimdir, diyerek evlenirler.
***
Yıllarca nemalandıkları yerden, hiçbir ahlâkî, insanî, İslami, vicdanî kural tanımayarak, attıkları iftira, söyledikleri yalan, isnat ettikleri suç ve algı operasyonlarıyla yüzbinlerin hayatını karartan, geleceklerini çalan, yaşama sevinçlerini elinden alan, yüzlerce, binlerce, on binlerce kişi bugün ya arpalıkları ellerinden alındı, ya da eskisi gibi ilgi ve alakaya mazhar olmadıkları için özeleştiri yapıyorlar.
Ben demiştim, daha öncede uyarmıştım, bir Müslüman olarak doğruları söylemenin zamanı gelmiştir diyerek üst perdeden herkese ahlak ve vicdan dersi vermeye çalışmaktadırlar.
O her biri ister sosyal medya üzerinden, ister televizyon ekranlarından, ister gazete köşelerinden, ister perde önünden ya perde gerisinden yıllardır ruhlarını şeytan satmış on binlerin, bu ülkede yaşayan milyonların sesine, çığlığına, yakarışına, kör, sağır, dilsiz kalmaları öyle dostlar pazarda görsün kabilinden bir özeleştiriyle geçiştirilemez.
Sırf şahsi çıkarları uğruna toplumun arasına ektikleri kin ve nefret tohumları ve ördükleri duvarlar ve açtıkları yaralar göstermelik özeleştiriyle onarılamaz.
Onlardan hiç değilse, pavyonda çalışan bir konsomatris kadar ahlaklı olmalarını beklemek en tabi hakkımızdır.
Pavyonda çalışan bir konsomatris bile özeleştiri yapmak yerine tövbe etmeyi seçerken, yılların İslamcısı ya da dışarıdan kendini din bezirganı olarak tanıtan binlerce kişinin hiçbir şey olmamış gibi sırf kendilerine yeni bir alan açmak için pişman olmuşlar gibi görünüp, diğer yandan da eski sahiplerine kuyruk sallamaları ve en küçük bir el işaretiyle kuyruklarını bacaklarının arasına kıstırıp koşa koşa gitmelerin ahlaki bir açıklaması olamaz.
O yıllarca din üzerinden halka nizamat vermeye çalışan ve attıkları iftira ve uydurdukları yalanlarla toplumun arasına aşılmaz duvarlar ören ahlaksızlar şunu bilsinler ki, dinde günah çıkarmak ya da özeleştiri yoktur.
Bir Müslüman işlemiş olduğu günahlardan ve girdiği kul hakkından dolayı ya helalleşir ya tevbe eder.
Bedenini satmak, ruhunu şeytana satmaktan ve bu ülkenin çocuklarının geleceğini çalıp onları birbirine düşman etmekten daha evladır…
Onlardan beklentimiz bir konsomatrisin ahlak ve bilincine sahip olmaları değil, hiç değilse ona yakın bir duruş sergilemeleridir; peşinde koştukları dünyanın böyle bir ahlâk ve bilince sahip olmalarına izin vermeyeceğini bildiğimiz halde.
5 Temmuz 2019 Cuma – 11.40