İnsan/ lık noktası olan yürekten merhaba-

Hep şuna inandım: Hayatın hiçbir noktasında "pembe kaplı mutluluk paketi" yoktur. Mutluluk kendi hayatımızda bulabildiğimiz renkler ve çözümlerdir. Zaten mutluluk diye bir nesne, madde vs. de yok... Mutluluk bizim hayatı, insanı, duyguları, olayları ve hatta kendimizi olumlu, güzel, doğru, faydalı, renkli algılamamızdır.

Mutluluğu bir nesne olarak ya da herhangi bir nesnede, yerde, zamanda varmış gibi algılarsak hep kaçırırız. Mutluluk bizim içimizde...

İnsan, hayal ederek mutlu olmaz... Olumlu, faydalı, anlamlı işler yaparsa; olumlu, faydalı, güzel şeyler düşünür ve bu düşüncelerini sözü, davranışı, ürettikleri sayesinde başkalarıyla cesaret, samimiyet, hakkaniyet ve dürüstlükle bölüşürse mutlu hisseder kendisini...

Hele bir de "beni mutlu et; şu, beni mutlu eder" önermeleri, ne kadar da yanlıştır. Tam tersine; insan çevresini, diğer insanları mutlu edebildiği kadar mutludur... Ama genelde hep başkasında, başka zamanda ve başka yerde aranır mutluluk... Ne nafile bir çaba...

Umut ederek, hayal ederek mutlu olunmaz. Umut ve hayallerdeki mutluluğu fedakarlıkla pratik hayata dökebilme cesareti ve cömertliği göstermelidir insan... Bütün bunların yanında; insan ne kadar kendisine ve aynı anda başkalarına dürüst, açık ve netse, işte o zaman,  insanın mutlu olma şansı da o kadar yüksektir...

İnsan yalnızca, insan olmaya ve insanca kalmaya; insanı aramaya ve insanlarla güzeli paylaşmaya çabalamalıdır. Çoğu insanın mutluluk deyince aklına, aşkı ve sevgiyi aramak gelir. Yani onlara göre mutluluk –uzaklardaki!- sevgide ve aşkta saklıdır, sadece. Bence mutluluğu “bir başkasına sevgi”de, “bir başkasına aşk” ta aramak sevgi ve aşkı bilmemektir.

Sevgi ve aşk çok değerlidir... Ama her ikisinin de başlangıcı, daha doğrusu sevginin temeli , "insan" sevgisidir. Salt bir kadına ya da salt bir erkeğe değil, yalnız insan olduğu için insana sevgi beslenir. Üstelik,  biz de bir insan isek insanı sevmeye (uzaklara gitmeden) kendimizden başlamalıyız.

Aşkın temeli ise Yaratan’ı, yaratılanı, kâinatı ve hayatı sevmektir; şu ‘Muazzam Büyük Sanat’a, kâinata ve kâinatın çekirdeği ‘yürek’e, yani “Yaratan’ın rızası”na âşık olmaktır... Sevgiye ve aşka bu pencereden bakmazsak  biz sevgiyi ve aşkı hep bir diğerinde ve hep bir başka nesnede / “kimi nesne”de arar arar, dururuz. Ve daha da vahimi, bu arayışı mutluluk sanırız… Oysa mutluluk, kâinattaki aşk sırrını kendi hayatımızın içinde bulabilmedir.

Bizim insanımız / günümüz insanı mutsuz. Çünkü kendisini (yani “insan olarak” kendisini, benliğini) tanımadan, tanımaya çabalamadan, alelacele, çalakalem diğer insana yönünü çevirse de bu bakışta dahi hemen yanı başındaki insanı tanımaya samimiyet ve sabır göstermiyor. Buna karşılık çok uzaktakine de "tanımadan" âşık olduğunu ve o uzaktakinin kendisine mutluluk getireceğine inanıyor… Ne zavallı bir bakış ve inanç… Oysa yaratılanı severiz, Yaratan’dan ötürü. Unutmayalım ki  bizler Rabbin büyük hazinesinden hissesini aldığımız, yürek ve akıl hazineleri ile bezendiğimiz, kendisine ‘hayat” ve “melekeler’ bahşedilmiş olduğumuz için mutluluğu içimizde bir hazine olarak taşıyoruz. Bu yüzden hayat yolculuğumuzda yönümüz bu hazineyi bulmaya dönük olmalı. Yani uzaklara ya da ötelere özlemden önce, kendimizi ve kendi hayatımızı keşfetmeliyiz… Tüm renkleriyle…

İşte, bu keşfin adıdır, mutluluk… Mutlu olmak için insan önce, duygu ve düşünce boyutunda, daha sonra da düşüncenin, duygunun davranış olarak hayatına yansıması aşamasında çok terlemeli; kendisini, hayatını, “kim ve ne olduğunu” iyi tanımalı, “neleri istediğini” , “neye talip olduğunu”, “hayata neler verebileceğini” iyi anlamalıdır. Sonrasında anladıklarını büyük bir dürüstlükle başta kendisi ile ve daha sonra tüm insanlarla paylaşmaya cesur olmalıdır.

O zaman görecektir ki sevgi ve aşk bambaşka bir şeydir. Sevgi ve aşk insanı insan yapar… Nice âşıklar vardır; karşılıksız aşkı içinde saklayıp da sevdiğinin, değer verdiğinin hayatı ve düşüncelerine bir ömür saygı duymuştur. Ki, asıl aşk budur… Çünkü aşk ve sevgi; esasında “insana ve hayata” saygı duyma, değer verme erdemidir… Aşkın bu erdemli çizgisine ulaşan da ‘özünde / özüyle’ mutludur.

Mutluluk, işte bu aşkı ve  aşk dolu insanı  / insanlığı “içimizde, özümüzde” bulma ve yaşatma yüreğini bir ömür gösterebilmede saklıdır.