Annem Boşnakça (pratik, günlük konuşma) bilirdi. Biz Anadolu seyyahı bir aile olduğumuzdan annem ancak memlekete gittiğimizde birkaç akraba ile konuşurdu

Kendisinin ve tüm yüreklilerin yoluna saygı duyan ve sahip çıkanlara- /RANA İSLAM DEĞİRMENCİ

Annem Boşnakça (pratik, günlük konuşma) bilirdi. Biz Anadolu seyyahı bir aile olduğumuzdan annem ancak memlekete gittiğimizde birkaç akraba ile konuşurdu. Babamsa hep Boşnakça gramerini iyi bildiğini iddia etti (ki mantıklı bir iddia, zira, büyükbabam bir gramer kitabı dahi yazmıştı) fakat ben babamın bu dilde konuştuğuna hiçbir gün şahit olmadım.

Üniversite yıllarımda büyükbabamın ve büyükbabamın(dedemin) babaannemin vefatından tam on yıl sonra evlendiği Saraybosnalı Subhiye hanımın (biz tüm aile ona Majka-Anne diye hitap ederdik) evinde bir birbuçuk yıl geçirince Boşnakçayı biraz daha fazla duydum. Ama gel gelelim; o genç ve hayata acemi olduğum çağda, ben Türk Dili ve Edebiyatı okuyordum ve o günkü mantığıma göre de Majka benden Türkçe öğrenmeliydi 🙂 Evet, büyük çoğunlukla da öyle oldu. Keşke, ben de öğrenseymişim.

Dağarcığımda Boşnakça kelime ve cümleler yok mu? Tek tük de olsa, var...

Fakat bu gece on on iki yaşımdan beri annemden hemen her gün duyduğum bir Boşnakça kelimeyi (hep zihnimde, ruhumda ve yüreğimde olan kelimeyi) ses ile dillendirmek istedim:

-İnşallah, doğru yazıyorumdur-

"usput"= giderken/bu arada, anında (topla)

Annem, biz üç kızına ev işi öğretirken 'iş için veya evi toplamak için özel zaman yoktur; önünde gördüğün dağınıklığı şu an topla, şimdi işi bitir' anlamında, bu kelimeyi sıkça tekrar ederdi...

Evet, yıllar içinde benim için bir hayati simgeye dönüşen bu kelime, hayatım boyunca ev toplama parolam oldu, tabii.

Ama son beş on yıldır farkediyorum ki; sadece orada değil, hayat yolumda bir Seyyah gibi yürürken de yolumun her yönünden, havasından, suyundan, anından, renginden topluyorum.

Onun için; aslında en sessiz olduğumda hatta bazen en geveze papağan oldiğumda (özünde, çok derinde) "biriktiriyor, torbaya atıyor, düzeltiyor, harmanlıyorum"... Böyle olduğu için; her gün hormonlu, doping aşılı, kalp(sahte) ve ondan bundan aşırılarak ya da oradan buradan arsızca koparılarak, kopya edilerek basılmış, ortaya konmuş intibaı ve duruşunu gösteren eğri büğrü ürünler, eserler, buluşlar, sözler, sahne görüntüleri ortaya dökmeye, sergilemeye hiçbir zaman meylim olmadı... Olması gibi en ufak bir düşünceye, tavıra tevessül, bir tenezzülüm dahi olmadı.

Ama alın terimle çalıştığım, emek sarfettiğim, giderken sabırla ve özenle toplayıp hayatımı anlamlı bir manzumeye çevirmeye çalıştığım doğrudur... Bu manzumelerden, küçücük mısraları bir çocuk yüreği heyecanı ve samimiyeti ile sese dönüştürdüğüm de doğrudur... Lakin, bu minik sesler oluşacak ( benim manzumemin) meyvenin hoş bir rayihası, tatlı bir silüetidir. Fakat, sesimdeki tek bir harf dahi benim ürünümdür. Elhamdülillah.

Meyveler layıkı ile olur mu, olacak mı? Tam bir manzumeye imzamı atabilecek miyim? Şükür, ömrümün belli dönemlerinde ve büyük çoğunluğunda da benim dahi ummadığım an ve şekillerle hasadımı (onlarca defa) kaldırdığım vakidir. Ve zikrettiğim türden sorulara alnımın akı ile defaatle cevaplarım oldu. "Ol'durana sonsuz hamdü senalar olsun...

Ha bir de! Ben, Allah'ın bana bir lütfu olduğuna tüm benliğimle inandığım kendi yoluma bakarım.Ve ancak, Rabbim bana bahşetmişse "O meyve, o manzume benim!" derim. Bundan gayrı bir halden Allah muhafaza! Gamlansam da, bu, yolum içredir...

Duam; ben dahil, kendi yoluna, kendi hasadına ve kendi manzumesine, kendi eserine, kendi yüreğine sahip çıkabilenleredir... Zira, tüm bunlara sahip çıkanlar ancak, hattı ve haddi bilirler!

***Bu vesile ile dördü de rahmeti Rahmana kavuşan Annemden, babaannemden, Majka'dan ve büyükbabamdan ben razıyım, Rabbim de razı olsun. Mekanları cennet olsun.