1 Aralık 2000 tarihinde Adıyaman’ın 46. Kuruluş yıl dönümünde yani bundan 19 yıl önce “İL OLMUŞUZ” başlıklı bir yazı kaleme almıştık. Yazıyı kaleme aldığımız tarihte köprülerin, yani hem Eğri Çayı'nın hem Abuzer Gaffar Çayı'nın altından sular akıyordu. Dolayısıyla o günden bugüne çok şey değişti. 19 yıl öncesine yolculuk yapmak isteyenler lütfedip okuyabilir;
İL OLMUŞUZ
Bundan 46 yıl önce Malatya'nın bir kazasıymışız. Valimiz, Alay Komutanımız, Devlet Hastanemiz yokmuş. Hastalarımızı Malatya’ya götürüyormuşuz. Her bir işimiz Malatya’da görülüyormuş.
Malatya o zamanlar çok uzakmış bize. Yolculuk günlerce sürermiş... Şimdiki gibi otomobiller, otobüsler, Mercedesler yokmuş. Dedelerimiz hatıra binaen bulabildikleri katır ve eşeklerin sırtında günlerce yolculuk yapar, nice dağlar ovalar geçer, nice derelerden serin sular içermiş... Dönüşleri merak edilir, uzak mesafelerden karşılanırlarmış. Malatya o zamanlar çok uzakmış bize...
Çok uzak olduğu için büyüklerimizin canı sıkılır, durumu hükumete arz eder dururlarmış...
Hükumet önceleri “yok” demiş “olmaz” demiş naza çekmiş kendini. Sonra bakmış Malatya gerçekten çok uzak, durum ciddi, biraz da isyan misyan çıkar korkusuyla büyüklerimize hak vermiş : “Adıyaman il olsun” demiş.
Tarihler 1954 1 Aralıkmış. Adıyaman il olmuş. Sonra Valisi, mebusları, Devlet Hastanesi olmuş ama
Değişen bir şey olmamış. Hükumet Adıyaman'ı yine görmezden gelmiş. Devletin haberi olmamış. Ne bir fabrika kurulmuş, ne bir yatırım yapılmış.
Dedelerimiz olmayan bitmeyene şaşırmış... “Ula bu nasıl il olmaktır?” demiş. Kimse kendilerini dinlememiş. Hastalarımız Malatya yolu yerine, Antep yolunda can veriyormuş. Kadınlarımız hamam böcekleri gözetiminde soğuk ve rutubetli odalarda doğum yapıyor, devlet büyüklerimiz habire tam teçhizatlı doğum evi hastanesi açılacağı masalını anlatıyormuş .. doktorlarımız devlet Hastanesinde bulunmuyorlarmış, gelişen teknolojiye şükrederek cep telefonlarıyla vaziyeti idare ediyorlarmış. Aksıranı, hapşıranı, dişi ağrıyanı “Antep’e götürün” diyorlarmış.
Evet 1 Aralık Adıyaman’ın il olma yıldönümüymüş. Meslek yüksek Okulu Malatya’ya, Eğitim Fakültesi Gaziantep’e, karayolları Elazığ’a bağlıymış. Velhasıl her bir şeyleri başka illere bağlıymış.
Komşu iller Adıyaman’ı o kadar çok sevmiş o kadar çok sevmiş ki; Elazığ, Urfa, Malatya, Antep, Maraş, Diyarbakır, "Adıyaman’ın bir müdürlüğü de bizim şubemiz olsun" diye aralarında kavga ediyorlarmış.
Çünkü bizim insanlarımız sıcakkanlı, bir o kadar misafirperver, bir o kadar devletine bağlı, büyüklerine saygılıymış. Bu yüzden topraklarında terör barınamaz, her bir olay olmazmış.
Devletin çıkardığı umumi aflardan faydalandırılmaz,
teşvik kapsamına alınmaz, tedaşın çıkarmış olduğu aftan faydalandırılmaz, “kaçak elektrik tüketiminde” beklenen oranda kaçak olmadığı gerekçesiyle cezalandırılmış.
Durumu öğrenen vatandaşlar “Başka iller kadar göz açık değiliz, hırsızlık etmesini bile bilmiyok” diye dövünürlermiş. Ve bu güne kadar il olma adına olumlu tek adım atılmamış.
Sonra kazara kazaları olmuş Adıyaman’ın. Samsat’ı, Kâhta’sı, Gerger’i, Besni’si, Çelikhan’ı, Gölbaşı’sı olmuş. Sonra bu kazalara kazara yeni kazalar eklenmiş. Lakin bu kazalar da Adıyaman’a ısınamamış olacak ki çevre illerle daha çok yakınlık kura gelmişler.
Besni asıl il olması gereken bizdik diyerek Antep’le yakınlaşırmış.
Çelikhan yılların verdiği kimsesizlikten yakınarak Malatya ya göz kırparmış.
Gölbaşı “Herkes başının çaresine baksın” diyerek saman altından su yürütür, Maraş’la Malatya arasında sek sek oynarmış.
Gerger’le Samsat yalnızlığın dayanılmaz ağırlığı altında kaderine razı görünürmüş.
Kâhta bir başkaldırı abidesi olarak kendini özerk bölge ilan etmiş.
Tut ve Sincik henüz yeni konumlarına intibak edemediklerinden bir şey düşünemezlermiş.
Sonuçta il olmuşuz... sevinmişiz... davullar zurnalar eşliğinde halaylar çekmişiz. Malatya’dan kurtulmamızın şerefine çeşitli şenlikler düzenlemiş, Meclis-i Mebusana mebuslar göndermişiz.
Herkesin yumruğunu masaya vurarak illerinin sorunlarını dile getirdiği, çözüm istediği bir zamanda biz, elimizde sineklik, sinek avlamışız. “Armut piş ağzıma düş” demişiz.
Devlet büyüklerinin ve yetkililerin Adıyaman’la ilgili verdikleri vaatlerin bu güne kadar neden gerçekleşmediğini düşünmemiş, ağzımız açık anlatılan masalları dinlemeye devam etmişiz. Ağzımız bu yüzden hep açık kalmış.
Onlar uydurdukları masalları cin gibi açık gözlerle dinlediğimizi görünce bizi nasıl olur da uyutamadıklarına şaşırır, yeni masallar uydurmanın yollarını ararlarmış.
Velhasıl onların masalları, bizimse masal dinleme hastalığımız bitmek bilmezmiş.
“Bir şeyin sonuna varmak için
Her şeyin sonuna kadar söylenmesi gerekti
Yarpuz karpuz karamela
La havle vele kuvvete ille billa...”
Aralık / 2000