Düşünüyorum da Doğu toplumları nasıl aydınlanmıştır? Bugün yeniden bir aydınlanma gerçekleşe bilir mi? Doğu toplumları güçlü bir sözlü gelenekten geldiği için yazılı gelenekle barışık değildir. İnandıkları dört kutsal kitap dahi yazılı olarak değil sözlü olarak inmiş. Tanrı dahi bu toplumun okuma ile arasının iyi olmadığını bildiği dolayı sözlü vahiy etmiş. Hatta daha kolay anlamaları, idrak etmeleri için kıssa anlatmış hisse çıkarsınlar diye. "Esatirül evvelin" yani eskilerin hikayelerini anlatmış ibret alıp sorgulasınlar diye. Kutsal kitaplar düşünme/sorgulama/idrak etme ve hayata hikmetle bakmayı ögtermiştir. Sıratı müstakim yani dosdoğru yolu işaret etmiştir.
Tanrı Musa ile konuşmuş, İsa'yı konuşturmuş, Muhammed ile yüz yüze gelmiştir. Bu üç olayda Tanrı konuşurum, konuştururum ve varım demek istemiştir. Toplum ancak böyle aydınlanmıştır. Aynı tarihlerde Batı ise felsefe yapıyor, tanrının dört unsurdan hangisi olduğu konusunu tartışılıyormuş. Batı arayışta iken Doğu bulmuştur. Doğu'nun büyükleri de kutsal kitabın izinden gitmiş Mesneviler, manzumeler yazmış, menkıbeler, hikayeler anlatmış, kıssadan hisse çıkarmıştır. Doğu kıssacılığı ve hikayeyi çok sever. Bütün tasavvuf büyükleri menkıbeler anlatmışlardır. Mevlana Mesnevi'sinde fikirlerini şiirler ve veciz sözlerle dile getirir ama yine de derdini anlatıp anlatamadığından tam emin olmadığından dolayı kıssalara baş vurur. İrşat kitaplarında, Gazzali'nin İhya'sında dahi menkıbeler, kıssalar anlatılmıştır. Bütün bunlar Doğu toplumunun zihin dünyasını ele veren işaretlerdir. Buraya kadar çok güzel!
Ancak asıl sorgulanması gereken bundan sonrasıdır. Doğu modern dünyada sözlü geleneği kaybetti. Onun yerine yazılı kültürü tam olarak yerleştiremedi. Bu yüzden bilgiyi irfanı, hikmeti asıl önemlisi düşünceyi kaybetti. Doğu halen okumuyor. Halen kendilerine bilgiyi aktaracak şeyhler ermişler arıyor. Klasik eserleri tozlu raflarda unuttukları için hikmeti kaybetmişler. Üzerinde oturduğu coğrafyanın tarihsel birikimin farkında değiller. Doğunun o derin irfanı artık yok! Batıda 90'lı yıllarda Paul Celho diye biri çıkıp Simyacı adlı bir roman yazmış, romanı milyonlar satmış, best-seller olmuştu. Roman Binbir Gece Masalların'dan, Mesnevi'den ilhamla kaleme alınmış, bir şark hikayesi... Celho Batının sahip olmadığı anlatım yöntemlerinden birini deneyip büyük ilgi görmüştü. Romanın ana fikri; "sahip olduğun hazineyi kendinde ara başka yerde arama" üzerine inşa edilmişti.
Batı halen felsefe üretiyor. Yalnızca geçen yüzyılda Sartre, Camus, Lacan gibi büyük filozoflar çıkarmıştır. Antik felsefe bir yana modern dünyanın sorunlarını ele alan dil, siyaset, psikoloji ve sinema üzerine felsefele yapıyorlar. İntiharın, cinselliğin, özgürlüğün felsefesine derinliğinevdalmışlar. Bunlarla da yetinmeyerek Doğu hikmet ve irfanı üzerine kafa yoruyorlar. İbni Haldun'u, Mevlana'yı, Arabi'yi, Hayyam'ı bizden daha çok okuyor, daha çok tanıyorlar. Hayyam'a bizim gibi zındık diye bakıp bir kenara atmıyor, bilakis onun rubailerindeki insanı, tanrıyı, ölümü ve kaderi sorgulayan düşüncelerini önemsiyorlar. Biz bırakın Mesnevi'yi okumak, kutsal kitabımız Kuran'ı dahi hacı, hoca, şeyhlere okutup dinlemeyi tercih ediyoruz. Hatta sözlü kültür bittiği için artık ne okuyor ne de dinliyoruz. Ama hepimiz okumadığımız bir kitaba inanıyor, okumadığımız bir kitapla ibadet ediyoruz. Üzerinde yaşadığımız coğrafyayı değil, üzerinde yaşadığımız şehri tanımıyoruz. Hatta yaşadığı mahalleyi dahi bilmeyen, tanımayan milyonlarca insan var. Buna rağmen herkes biliyor, herkes inanıyor, herkes ahkam kesiyor. Herkes çok dindar. Ve herkeste bir cahil cesareti var; her şeyden anlıyor.