İktidar olmak nimettir. Ancak külfeti çok ağır bir yüktür de..

Her dava samimi müntesiplerinin yani "Gariban" ların omuzlarında yükselir.

Öyle ki: Birileri, an gelir üç kuruş maaşından, kimi dişinden tırnağından verir.

Davaya gönül veren kadın parmağındaki alyansını, işçi çocuğunun ayakkabı parasını ve yüreği imanla dolu genç en kıymetli zamanını, an gelir özgürlüğünü ve nihayet canını verir..

Hikâye değil anlattıklarım! Bir roman ya da tiyatro senaryosu hiç değil..

90'lı yıllarda bizzat gördüklerim ve kısmen şahsen yaşadıklarım.!

Mesela siz Sinan'ı tanımazsınız! Pazarlarda seyyar satıcılık yapan Sinan'ı nereden bileceksiniz?

"Ben tanırım"

Miting öncesi elektrik direklerine çıkar parti bayraklarını asardı. Yanlış hatırlamıyorsam bir keresinde düşüp birkaç yara bere almıştı..

Nice Ahmet'ler, Suat’lar, Ayşe'ler, Fatma'lar bilirim! "Davamız iktidar olsun" diye ne mücadeleler verdiler.

Tüm yokluk ve yoksulluklarına rağmen kendi dertlerini unutup koşturan koşuşturan..

Hanımını doğum yaptığı hastanede bırakıp, partinin falanca mitingini organize etmek için gecesini gündüzüne katan varını yoğunu davaya harcayıp iflas edene kadar veren bir başka Suat daha tanırım..

Bu anlattıklarım hikaye değil! 1990'lı yıllarda merhum Erbakan hocamın "Milli Görüş" davasına gönül veren ve Refah Partisini omuzlarında yükselten gönül erlerinin yazdığı destandır olsa olsa..

Ben bunları niçin yazdım ki?

Durup dururken derdim ne?

Girizgahı şu olsun: "Sahte kahramanlara, karton aslanlara ve her devrin adamlarına intizarım var, isyanım var! "

Ne gariptir ki, o dönemlerde bize olmaz hakareti eden liboşlar, sokaklarda kahrolsun şeriat diyerek uluyan çağdaş! lar, başörtülü öğrenciler için "İran'a" diye hömkürenler baş tacı edildi ve daha niceleri öyle mevkilerle taltif edildi ki, şaşırıp kaldık!

Kimse kusura bakmasın. Öncelikle şu hususa bir açıklık getirelim: "20 yıl'dan bu yana iktidar olan AK Parti'nin bu başarısı, ömrünü davaya harcamış merhum Erbakan ve o dönemde mücadele verenlerden bağımsız değildir!

Biz ve bizden önce mücadele eden dava adamlarının ödediği bedeller üzerine bina edilen bir iktidardan söz ediyorum!

Ne ki: Aradan geçen bunca zaman içerisinde "Her devrim kendi çocuğunu yer" ilkesinin ne kadar doğru bir tespit olduğunu anlamakta hiç zorlanmadık.

Davayla organik ya da dolaylı, "Fiziksel, zihinsel ve ruhi" hiç bir teması ve bağı olmayanların "Efendi" yapılıp, biz bedel ödeyenlerin ise görüşmek için randevu dahi alamayan "Köleler" haline dönüştürülmemiz,  yaşamının hiçbir döneminde bizim kaygılarımızın zerresini kaygı etmeyen pişkinlerin nimetlere gark edilerek kibir abidesine dönüştürülmesi herhalde zor bir kader ve amansız bir imtihandır bizim için...

Bu acı gerçeği söylemekten hep imtina ederek dışa vurmamaklığımız, yine 90'lardan kalan "Yen kırılır, kol içinde kalır" düsturuna binaen "Aman davaya halel gelmesin" hassasiyetimizdi oysa!

Sabrettiğimiz acı hakikatler içimizde kangrene dönüşen bir yara gibi canımızı acıtsa da, "Büyüklerimizin bir bildiği var" saflığıyla hikmetten sual eylemedik. Ne ki: Milli ve dini günlerde afilli bir mesaj yayımlayarak" Dava Adamı"  silüetine bürünen, bol sıfırlı maaşları höpürdeterek yutan, başkasının hakkını yerken bile sahte nezaketinden ödün vermeyip çatal bıçak kullanan yağmurcu taifesinden ve dün yanımızda değil, karşımızda olan ama ne hikmetse bugün en konforlu makamlara oturtulan zevattan bi'zarım, kırgınım, kızgınım!..

Ne oluyoruz ve ne oldu bize?

Hani birbirimize söz vermiştik yola çıkarken!

"Yolda karşılaştıklarımızla değişmeyecektik!"

Satmayacaktık birbirimizi..

Hani biz kardeştik!

Hani Yusuf'a Bünyamin, Musa'ya Harun idik!

Siyasetin güncellerinde boğulup kaldınız ve bizi unuttunuz. Oysa biz sizi hiç unutmadık. Zira bilmelisiniz ki "Unutulanlar unutanları asla unutmazlar!"

Muktedir olunca herşey tamam zannedenler: "İmtihan Kızıldeniz'i geçtikten sonra başlıyordu halbuki"

Asa ile yarılan Kızıldeniz, Firavun ve avanesine mezar olmuştu. Kötüler hak ettiği cezayı bulur herşey biterdi!

Ama öyle olmayacaktı çünki bu yeşilçam filmi değil, hayatın ve gerçeğin ta kendisiydi.

Asıl imtihan yeni başlıyordu.

-Kızıldeniz'i geçtikten sonra "Tih Çölünde" geçen 40 yıllık bir körlük, perişanlık ve şaşkınlık!

Körlük te kısım kısım. "Zihinsel, ruhsal, vicdansal v.s"

Kıssayı anlatmaya lüzum yok herkesin malumudur.

İktidar olmak, muktedir olmak, bunların hepsi ilahi bir imtihanın parçası, ilahi senaryoda var olan kaderin tecellisi. Aslolan ise "Vefa ve adalettir"

Adalet, mahkemenin dağıttığı değil, vicdanların dağıttığıdır!

Vefa, borçların en zorlusudur..

Yüce Allah'ın "İçmesinler, çok susayan sadece bir avuç içsin" dediği sudan şişene kadar içenlerle yol yürüyenler bilsin ki, bu cadde çıkmaz sokak!..