Fethin, coğrafyanın vatanlaşması ve fıtratın korunması savaşının verilmediği bir yerde, eğer bir tarikat ve cemaat sadece müslümanlara, İslam’ı ve imanı öğretmeğe kalkar ve Allah’a ulaşmanın gerçek yolunu gösterme iddiası ile senden “gassal elinde meyyit misali” şeyhine iradenin teslimini isterse o kimselerden şeytandan kaçar gibi kaçmak lazımdır.
İman ve amelin postacıya, aracıya ve emanetçiye ihtiyacı yoktur. Hiçbir vasıta ve aracı kula şah damarından daha yakın değildir ve olamaz da.
Doğru dinî bilgiyi öğrenmek, itikat ve amel hususunda sapma ve yanılma içine düşmemek için doğru kişi ve müesseseler elbette gereklidir. Ülkücü Hareket, 50 yıldır “millî” konularda nasıl ki yanılmamıştır; doğru dinî bilgiyi öğrenme, öğretme hususunda da hata yapmamış ve yanlış kaynakların, güdümlü adreslerin tuzaklarına düşmemiştir.
1977 yılının Eylül ayı başında Alparslan Türkeş, seçilmiş küçük bir gruba ilk seminerinde şu bilgileri ve görevleri vermişti:
“Türk Milleti, İslam’ın pak ve temiz damarının tarih boyu temsilcisi ve savunucusu olmuştur. Bu doğru yolu aydınlatan kutlu insanlar itikattaki imamımız İmam Mâturidî ve Hanefî fıkhının kurucusu İmâmı Âzam’dır.
Ehli Beyt ve Hz. Muhammed sevgisi, sevginin ötesinde Türkler’de muhabbeti nesiller boyu süren ve bitmeyen bir aşktır.
Hoca Ahmet Yesevi kimdir? Neyin mücadelesini vermiştir? Hangi övülmüş kutlu yolun başçısıdır öğrenecek ve öğreteceksiniz.
Alperenler, gazi dervişler, Gâziyân-ı Rum, Bâcıyân-ı Rum kimlerdir? Hedefleri, ülküleri nelerdir? Neler yapmışlardır öğrenecek ve öğreteceksiniz.
Hacı Bektaş Velî, Ahî Evran, Sadreddin Konevî, Hacı Bayram Velî kimdir? Neyin temsilcileridir? Öğrenecek ve bütün ülküdaşlarımıza anlatacak, seminerlerde ülkücü gençlerle birlikte aziz hatıralarını, emanetlerini yeniden hatırlayacak ve de hatırlatacaksınız.”
1977 yılında sokaklarda Marksist-Leninist ve CİA güdümlü sözde Maoist-revizyonist çetelerin ölüm kustuğu günlerde Türkeş, hedef ve ülküsünü yılları aşacak ve geleceği kucaklayacak bir ferasetle ortaya koyuyordu.
Ödev olarak verdiği, öğrenmemizi ve öğretmemizi istediği isimler Türkçe konuşan, Türkçe yazan ve Türk’e imparatorluklar kurduran aklın ve imanın temsilcileri idi.
1977 yılı Eylül ayından önce nüfusa kayıtlı Alperen isimli tek bir kişi yoktur Türkiye’de. Alp, Eren, Alper isimleri vardır. Fakat tek bir birleşik isim olarak Alperen ismi henüz o tarihe kadar konulmamıştır. Bugün binlerce Alperen isminin gerçek isim babası Rahmetli Başbuğumuz Alparslan Türkeş’tir.
Hoca Ahmet Yesevî ve Gâziyân-ı Rum, Bâciyân-ı Rum yani Horasan erenleri, gazi dervişler ile ilgili tek kaynağa Millî Kütüphaneden ulaştık. O da bir kitap değil bir makale idi. Rahmetli Profesör Ömer Lütfi Barkan hocamızın 1949 yılında kaynakları ile yazdığı bir makale: “Kolonizatör Türk Dervişleri”
12 Eylül ihtilaline kadar geçen sadece 2 yıl içinde önce Ülkücüler sonra tüm Türkiye artık hem Hoca Ahmet Yesevî’yi ve alperenleri, Horasan erenlerini biliyordu. Hatıralarına ve hedeflerine sahip gençler yüzbinlere ulaşmıştı. O günden bu güne kadar Türkeş’in hatırlatarak açtığı bu yoldan yürüyerek yüzlerce aydın ve yazarımız makaleler, kitaplar yazdı. Artık Türkeş’in Ülkücü Hareket ve Ülkücüler eliyle hatırlatıp yolunu ve izlerini öğrettiği bu isimler milletimizin kahir ekseriyetinin bildiği, saygı duyduğu ve sahip çıktığı isimler olmuştu. Kahrolası ABD, planlı ve programlı yaptırdığı 12 Eylül ihtilali ile bu kutlu uyanışın hızını kesti, belli oranda da saptırdı.
Henüz mürşit, mürit, tarikat isimlerini yeni öğrenen bazı samimi gençlerimiz Hoca Ahmet Yesevî, Hacı Bektaş Velî ve Sadreddin Konevî ile uzak yakın ilgisi olmayan; İtikatta İmam Mâturidî’den fersah fersah uzakta, “Arap- Eşari” çizgisinde, 200 yıl önce Hindistan’da ve Mısır’da İngilizlerin zehirleyip saptırdığı bazı tarikatlara, cemaatlere ilgi duymaya başladılar. Bir gün inşallah onun hikâyesini de yazarız.
Bir hatıramı anlatarak bu yazımıza noktayı koyalım.
1979 yılı Haziran ayı idi. Ankara’da Genel Merkez’e her ay mutat toplantı için gelirken, 1950 yılında Kosova’dan Türkiye’ye göç etmiş, kendi yaşlı ruhu genç bir büyüğümüz benimle Ankara’ya gelmek, Genel Merkez’i ziyaret etmek istediğini söyledi. Birlikte Ankara’ya geldik ve iki gün Ankara’da kaldık. Genel Merkez’de dostları ile görüştü. Rahmetli, Türkeş’i de ziyaret etti. MHP’nin Salihli’deki ilk kuruluşundan beri tanışırlardı.
Akşam, Şeker Yurdu’nda misafir kalıyorduk. Bana “Hakki kantine inelim gençlerle bir sohbet edelim” dedi (Rahmetli balkan şivesi ile konuşurdu. Bana Hakkı değil her zaman Hakki Bey derdi).
Kantine indik. Gece yarısına kadar konuştuk. Sohbete katılan oldukça kalabalık bir grup vardı. Bazı anlar Rahmetli misafirimiz hiddetlenirdi. Elindeki bastonu bir kaç kez masaya usulünce vurarak dikkat çeken ikazlar yaptı.
Konu ülkücülük ve tarikatlar meselesi idi. Bazen sohbet Hz. Ali (r.a.) ve Muaviye çatışmasında ki olaylar üzerine de kaydı.
Gece odasına giderken çok üzüldüğünü gördüm.
“Hayırdır Kemal abi” dedim?
“Yarın konuşuruz Hakki şimdi değil” dedi. Gergindi, odaya girdik.
Sabah kahvaltıda da hiç konuşmadı. Yola çıktık. Bir müddet sonra konuşmaya başladı.
-Bak Hakki Bey evladım beni iyi dinle. Ben Ankara’ya niye geldim biliyor musun? Bazı haberler duydum ve endişe ettim. Bizzat müşahede etmek için geldim ve duyduklarımın doğru olduğunu, tehlikeli bir sızmanın “Ülkücü Harekete” nüfuz etmeye başladığını gördüm.
Komünistlerle mücadele etmek kolay. Onlar bir çuval beyaz pirincin içindeki siyah taş gibidir. Tehlikeli olan beyaz pirinçlerin içindeki beyaz taşlardır. O taşların ayıklanması zordur. Bizler vatan toprağı kaybetmiş muhacirleriz. Tekke nedir, derviş nedir Balkanlarda en iyisini bilen insanlarız. Bu işler zor ve tuzağı en çok olan işlerdir.
Ülkücülerin bir tarikatı vardır. Adı “Ülkü Ocaklarıdır” Ülkücülerin bir mürşidi vardır adı Alpaslan Türkeş’tir. Nereden çıktı bu Arap-İngiliz oyuncağı şeyhler, tarikatlar?
Son cümleleri çok hiddetli ve bağırarak söylemişti.
Devam ederek;
“Tarihte çeşitli isimlerle kurulan tarikatlar, yani hakka yürüyen yollar, kurucularının isimleri ile anılır. Amaçları nedir? Allah’ın rızasını kazanmak için zikir ve çile yoluyla nefsi terbiye etmek değil mi? Mürşit-tarikat bunu söylemiyor mu? Bunun zirvesi “candan, serden” geçmektir. Nefis ölümü asla istemez. Her gün onlarca ülkücü ya şehit ya gazi oluyor. Ne için? Nefsi dinlememenin onu Allah yolunda kurban etmenin tarikatı, yolu değil mi Ülkücülük? Bu yolun başçısı, başbuğu Türkeş değil mi? Mürşidi, komutanı lideri Türkeş değil mi? Var mı müritlerini Allah rızası için küfrün önünde canından vazgeçirecek şeyhler ve tarikatlar ki peşinden gitmeye çalışırlar bree..
Bugün tarikatlar gâvurun önündeki cepheden asker çalıyorlar görmez misiniz? Yarın bu tarikat ve cemaatler güçlenince Atatürk’ü, Türklüğü sorgulayacak.
Bir Ülkücünün bir şeyhin önüne bir tarikata meyil etmesi onun kapısını çalması neye benzer bilir misin? Üniversiteyi bitiren birinin en fazla ilk okul diploması veren bir okulun önüne gidip başa dönmesine benzer.”
Sustu.
Ben bayağı şaşırmıştım. Dinî deyim ve isimlerle anılan kurumlar ile siyasî ve fikrî alanda faaliyet gösteren kuruluşlar bu ifadelerde bir birinin üzerine iz düşüm olarak yer alıyordu.
Tarikat ve Ocak !..
Şeyh ve Türkeş !..
Mürit ve Ülkücü !..
“Bak Hakki Bey evladım, Balkanlar ve Türkistan şeyhten tekkeden geçilmiyordu lakin hepsini kaybettik. Bu vatan topraklarını hiç biri kurtaramadı. Ben de Balkanlar’ın en büyük tekkelerinde yetiştim. Türkiye’de Türkeş’i ve Ülkücüleri tanıyınca anladım ki bizde ve Türkistan’da eksik olan tekkeler, şeyhler değil “ülkücülerimiz” ve onları teşkilatlandırıp çelikten bir duvar gibi Rusya’nın önüne dizen “Türkeş’imiz” yokmuş.
Tez zamanda bu çatlakları kapatın. Sızmaları önleyin. Sizin Tekkeleriniz Ocaklarınız. Mürşidinizde Türkeş’tir! Sakın bunu unutmayın.
14 ay sonra, 12 Eylül sonrası cezaevinde başlayan ve tarikatların sebep olduğu ilk ayrılıklar ve sonrasında MHP’deki ilk bölünmeler olurken hep Rahmetli Kemal Zurnacı ağabeyin sözleri aklıma gelmiştir.
Ha bu arada Rahmetlinin hakkını da teslim edelim. Fethullah için derdi ki: “Katolik Papa’nın emrinde bir papazdır o adam. Türkiye’nin, Türkler’in düşmanıdır. Ben görür müyüm bilmem ama bu adamın eline fırsat geçerse memleketin başına büyük belalar açar. Sakın bunu da unutmayın”
Nur içinde yatsın. Her dedikleri tek tek çıktı.