Yirmi yıldır her seçimi Müslüman sayımına çeviren bir siyasi anlayış var. İstanbul seçimi için neler söylendiğini hatırlayınız. AKP seçimi kaybedince Müslümanlar seçimi kaybedecekti. Esenyurt'un AKP'li belediye başkanı Ali Murat Alatepe, "Burayı kaybedersek Kudüs'ü, İslam'ı ve Mekke'yi kaybederiz" diyordu. Esenyurt kaybedildi ama ne İslam'ı kaybettik, ne de Mekke'yi.
Bir siyasi partiyi İslam'la ilişkilendirmenin tabii sonucu diğerlerini de İslam'dan tardetmektir. Kendini İslam'la özdeşleştiren, aslında diğerlerini İslam dışı ilan etmektedir.Bu da bir dine mensubiyeti bir parti veya siyasete mensubiyete indirgemektir.
Bu tarz bir siyasetin İslam'la alakası yoktur, tam tersine onu içinden zayıflatmaya, yarmaya, çözmeye hizmet eder. Müslüman Müslüman'ı inancıyla itham etmez, imanını sıgaya çekmez. Bunu sadece Müslümanlara değil, farklı inanca sahip olanlara da yapmaz. Çünkü din ve vicdan özgürlüğü İslam'ın da bir umdesidir. Peygamber efendimiz hiç bir zaman Müslümanları boğmak için yıkıcı eylemlere girişerek kafirliklerini açıkça ortaya koyanlar hariç, hiç kimseye parmağını çevirip," bu adam dinsiz, münafık veya sünnet düşmanıdır" diyerek hedef göstermemiştir.(M.Çağrıcı,Din ve Değişim) O münafıklığı ve özelliklerini tanımlamış, ama bildiği halde münafıkların isimlerini açıklamamış,onları teşhir ederek toplumda yarılmalara fırsat vermemiştir.
Peygamber efendimizin münafıklara bile yapmadığını bugün parti farkı yüzünden Müslüman Müslüman'a yapabilmektedir.
Siyasi rekabetin din zeminine kayması Türk siyasetinde yaşanan en büyük kırılmalardan biridir. Öteki de PKK/HDP çizgisinin siyaseti etnik rekabet zeminine çekme yönündeki gayretleridir. Dini partileştirmekle, etnik siyasetin kullandığı araçlar farklı da olsa götüreceği sonuç aynıdır ve bu ülkenin etnik veya dini temelde bölünmesidir.
28 Şubat'a kadar siyasi rekabet daha çok sağ-sol, muhafazakarlık, Atatürkçülük, milliyetçilik, sosyal demokratlık gibi düşünce ve ideolojiler üzerinden yürütülmekteydi. 28 Şubat'ta TSK içinde küçük ve etkili bir grubun yaptığı post modern bir darbeyle siyasi rekabetin zemini değişti. Darbenin yarattığı din karşıtlığı algısı kitleleri buna karşı tavır alırken siyasal İslam temelli bir siyasetin kucağına itti. Böylece siyasi rekabet fikirler, ideolojiler yerine din/ din dışılık zeminine kaydı. 28 Şubat'ın en büyük ve en ağır sonuçlarından biri ve en az konuşulanı da budur. Siyaset kim daha İslamcı zeminine kaymayıp, kim daha iyi yönetir zemininde kalsa, bugün farklı bir gündemi konuşuyor olabilirdik. Bu eksen kayması, İslam'ın öğretisi ile demokrasinin değerlerini buluşturabilecek potansiyele sahip tek Müslüman ülke olan Türkiye'yi İslam dünyasına örnek olmaktan çıkarmış, giderek onlara benzeyen bir ülke haline getirmiştir.
Siyasetteki zemin kayması sadece iç politikayı Müslüman/seküler şeklinde ayrıştırmamış, dünyayı da "darül İslam" ve " darül harp" ayrışması üzerinden okumaya neden olmuştur. M.Çağrıcı yukarıda ismini verdiğimiz kitabında, bunu eski çağların uluslararası ilişkilerine ait kavramlarının bugüne taşınması olarak görür. Hülasa, din, siyasallaştığında bir ayrıştırma aracına döner ve bu ayrışma asla Müslüman'ı İslam karşıtlarından ayrıştırma işlevi görmez, bizim gibi ülkelerde Müslümanlar içinde küfür etiketi yapıştırılmış Müslüman kafirler üretir. Çünkü, Siyasal İslamcılık rolünü, ancak Müslümanların yaşadığı bir toplumda oynayabilir.