1995’te Su Savaşları senaryolarının gündeme geldiği Ortadoğu’da küresel güçler, bunu boşa çıkaran Su Forumlarının ve Ortadoğu şuurunun ardından başka tezgâhlara girişti.

Arap Baharı ve Büyük Ortadoğu Projesi: BOP. 

Bu proje ile Arap Baharı gelecek ve diktatörler devrilecek yerine demokrasi gelecekti.

Aslında küresel güçlerin ve arkasındaki İngiliz-Yahudi medeniyetinin başat stratejisi de-stabilizasyon politikasını sürdürmekti. Sürdürülebilir bir de-stabilizasyon marifetiyle Ortadoğu ülkeleri her vakit batının müdahalesine açık hale gelecekti.

Liderler devrildi.

Saddam, Kaddafi pek hazin bir sonla devrildiler.

Küresel güçler ülkelerin halklarını kışkırtarak liderlerini en acımasız linçe varacak ölçüde katlettiler.

Demokrasi geldi mi?

Arap Baharı geldi de çiçekler açtı mı?

Büyük Ortadoğu Projesi, sonunda Kürdistan’ın kurulmasına geldi dayandı.

Nasıl ki Adel Darwish ile John Bullock’un Su Savaşları senaryosunu boşa çıkarıp Su Barışı önerdiysek Kürt Sorunun çözümü konusunda devreye sokulan Henri Barkey, David Phillips Çengiz Çandar ve Graham Fuller dördülünün tezgâhını öylece boşa çıkardık.

***

Zamanında Sayın Cumhurbaşkanı Özal’a ‘Irak’ın toprak bütünlüğü’ ilkesini Türkiye’nin ısrarla takip etmesini önerdiğimizde; de-facto olarak ABD başta olmak üzere küresel güçler, “Türkiye’nin, Kuzey Irak’ta oluşan yerel yönetimin hamisi olması gerektiği” yolunda çoktan yetkilileri ikna etmişlerdi bile.

Barzani bu sefer Apo’dan bile daha kıymetli bir taraftar sayılmıştı.

Sonunda Barzani, Türkiye’yi de, Irak’ı da federasyona götürebilecek ve ‘İkinci bir İsrail’ anlamına gelecek Kürdistan’ın temellerini atınca; Türkiye aklı, 15 Temmuz darbesinin ardından biraz akıllanır gibi oldu.

Suriye’de bizzat Türkiye’nin de beslediği bir süreç kaçınılmaz olarak Kuzey Suriye’de PYD önderliğinde bir Kürdistan oluşumuna doğru gidince kafamız dank etti.

Büyük Ortadoğu Projesi eşbaşkanlığı artık hatırlatılması bile suç olan bir nedamet sayılmıştı.

ABD, Rusya, İran, AB arasında ve BM’de dış işlerimiz gayet başarılı bir diplomasi yürüttü. Elbette kendini tehdit eden civarındaki gelişmelere hiçbir ülke sessiz kalamaz ve Türkiye’de haklı bir operasyonu sahaya taşımış bulunuyor. 

Yine pahalıya mal oluyor bütün gecikmiş tedbirler… Vaktinde kendi millî ve yerli stratejilerimizi devreye sokamadığımız sürece ne yaparsak yapalım yerli ve millî kavramları iğdiş edilmiş hale geliyor. Halkımız tarafından pek de içselleştirilemeyen konular,  geniş yığınlarca da çöküş psikolojisi olarak devreye giriyor. ‘Biz Sosyolojisi’ etrafında yeni Ortadoğu kalemleri çıkaramadığımız için küresel güçlerin dikte ettirdiği gündem maddelerini çözme sorunu ülkemizde korkunç bir entropi yaşanmasına sebep oluyor.

Ne yazık ki, İslam ülkelerindeki iktidarlar ektiklerini biçer durumdalar.

Görüyoruz ki bu konuda bir pişmanlık ve nedamet hissi de taşımıyorlar.

Su Savaşları gündeme gelip hakkında bir de kitap yayınlanmasının üzerinden çeyrek asra yaklaşan bir zaman geçti. Su savaşları için küresel güçler, yeterli potansiyelin oluştuğunu düşünseler de, bölgede bir ‘Su Barışı’ ihtimali, bazı su forumlarında değerlendirildi. Benim çerçevesini çizdiğim kâmil anlamda bir Su Barışı değildi bunlar elbette ama hiç yoktan iyiydi. Gerçek bir su barışı için ne yazık ki hem siyasi irade, hem de gerekli bağımsızlıkların bulunmadığı söylenebilir. Böylece 2019 yılına gelindiğinde bahsettiğimiz su barışı projeleri için gerekli performans ortaya konmadığından İngiliz – Yahudi medeniyeti,, hercümerç içindeki Ortadoğu’ya iki aşamalı müdahale etti. Bunlardan ilki Büyük Ortadoğu Projesi ve Arap Baharı idi.

Ortadoğu ülkeleri bir elli yıl kadar yönetilemez duruma düşürüldüler. Arap baharı ile demokrasi beklentileri ise daha büyük karışıklıklara sebep olmaktan başka bir işe yaramadı. Türkiye eş başkanlık hülyalarına kapılmışken Suriye bölündü. Suriye iç savaşı sonrasında Irak’ın kuzeyinde daha evvel oluşturulmuş olan de-facto Kürt devletinin batıdaki devamı Suriye Kürdistan’ı devreye sokuldu. Her ikisinin birleşmesi sonucu Büyük Kürdistan’ı sahneye sürmemek için ABD ve İngiliz-Yahudi medeniyetinin niçin bahanesi olsundu ki?

Şimdi İsrail çok daha açıklıkla su rejimini ve yönetimini hayata sokuyor. Türkiye ise Suriye politikasını henüz netleştirmediği gibi başına çok büyük bir göç belası açtı. Artık AB uyum politikalarını bile takip etmeyen bir Türkiye var ve Avrupa açısından da Türkiye ‘Uluslar arası Göçmen Kampı’ndan ibarettir.

***

Şimdi Su Savaşları senaryolarının yirmi beşinci yılına yaklaşırken Su Savaşları ve Su Yönetimi üzerinde eski bilgilerimizi gözden geçirmenin vaktidir.

Tarım olmadan, su ve toprak yönetimi olmadan, bölgenin asıl insan ve değer kaynakları harekete geçirilmeden hiçbir strateji başarıya ulaşamaz. Küresel aklın fevkinde bir Ortadoğu kalemi ve kavramsal inşası meydana çıkarmak vazifemiz olmalıdır.

Terörü sindirdikten sonra bir Su Barışı’na hazır olmalıyız.