Sokakta yürürken yüzüne güldüğümüz, ama içimizden nefret ettiğimiz, belki de küfrettiğimiz, iğrenç bulduğumuz tiplere rol biçmekten usandık.

Kendimize soru sormaktan, kendimize yalan söylemekten, kendimizle kavga etmekten yorulduk artık.

Sokakta yürürken yüzüne güldüğümüz, ama içimizden nefret ettiğimiz, belki de küfrettiğimiz, iğrenç bulduğumuz tiplere rol biçmekten usandık.

Dünyanın en aşağılık rolünü oynadık yeri geldi. Yeri geldi en masum, en haklı, en faydalı rollerini oynadık. Hatta bazen hem yazdık hem oynadık. En iyi de bizdik en kötü de. En yalancı da bizdik, en sahici de. Yaşadığımız ev, yaşadığımız sokak, gittiğimiz okullar dünyanın en güzel evi, en güzel sokağı, en güzel okulları değildi elbette. Dünyanın en huzurlu, en bereketli, en şanslı yeri de değildi. Belki sıcak, belki susuz, belki fakirdi. Belki arsız, belki yüzsüz, belki yalancıydı. Her neyse de yalanı da yüzsüzlüğü de arsızlığı da başka güzel, başka şirin, başka sevimliydi bize. Zira gözlerimizi dünyaya açtığımız ilk yer burası. Güneşin üzerimize en çok doğduğu yer burası. Eriği, kayısıyı, karpuzu, kavunu, üzümü ilk yediğimiz yer burası. En İyi, en kötü, en güzel, en çirkin, en hasut, en masum, en dilsiz, en deli burada… Okul arkadaşımız, mahalle arkadaşımız, futbol arkadaşımız burada. Kavga ettiğimiz, küfrettiğimiz, sövüp saydığımız herkes burada. Topuğumuzu ısıran it, kıç üstü düşüren eşek, oramızı buramızı sokan arılar burada. Çorbamıza düşen sineği çıkarıp attığımız yer burası. Domates hırsızlığı yaptığımız yer burası. Şimdi bütün bunlar yokmuş gibi mi yapalım? Yaşamadık, görmedik, duymadık mı diyelim? Desek ne olacak? Desek ne fayda?

İşte şimdi tam buradayım. Durduğum yer tam da burası. İçime attığım, dilimin ucuna kadar gelip söyleyemediğim yer burası. Söylesem mi söylemesem mi diye düşünüp durduğum yer... O kadar zor, o kadar iğrenç, o kadar şansız bir yer ki, anlatamam.

Tozu toprağı, güneşi sıcağı, ağacı böceği ne insanlar tüketti bu şehir. Ne şarkılar, türküler söyletti. Ne masallar, hikâyeler uydurdu. Ne düğünler yaptırdı, halaylar çektirdi. Ne hamamlar açtırdı, naralar attırdı. Fikrimiz değişti. Ufkumuz değişti. Hayallerimiz, umutlarımız, beklentilerimiz değişti, bir niyetimiz değişmedi.

Şimdi gitsem mi kalsa mı diyorum?

Unutamam belki… Çıkarıp atamam içimden. Toz kokar içim. Ellerim kavun, yaralarım gül kokar. Esbabım reyhan, çorabım ter kokar. Narçiçeği tüter gözüm. İğde açar kaldırımlar. Salkım söğüt sarkar balkonlardan. Lakin şehir değişiyor. Ağaçlar, çocuklar, kadınlar, değişiyor. Okul sıraları, hastaneler, halaylar değişiyor. Oyunlar, gülüşler değişiyor. Ben yokum. Sen yoksun. O yok hiçbirinde. Kimse yok içinde. Gövdesine kalp çizdiğimiz ağaçlar yok; kestiler. İsim yazdığımız sıralar yok; değiştiler. Yağ tenekelerinde sardunyalar açan evler yok; yıktılar. Beni, kendini, onu bulamazsın artık. Bulamazsın. Yoklar hiçbiri. Kararsızlığın en zor yerindeyiz.

En zor yerindeyim.

En zor durumdayım.

Çok zor durumdayım.