Siz hiç Hanımeli altına sığınıp huzur buldunuz mu?
Mis kokusuyla huzur veren sığınağımızdı hanımelinin gölgesi... Yorulduğumuzda, sıcaktan kaçtığımızda, saklandığımızda açardı kollarını hanımeli biz de koşardık. Mis kokulu beyaz ve hafif sarı renkte çiçeklerinin kokusu metrelerce öteden burnumuza oradan da ruhumuza işlerdi. Süt kokan ana göğsüne ya da yar kokulu tenin ve nefesin hasretiyle koşardık o huzur kokusuna... Saatlerce sokakta oynarken acıkınca veya susayınca eve gitmeye korkardık. Üstümüzün tozunu, yırtığını, yara berelerimizi gören annemizin bizi eve alacağını ve yiyeceğimiz fırça eşliğinde terliklerle o gün sokağa tekrar çıkamayacağımızı bildirdik çünkü. İşte o zaman yine sığınırdık hanımeline... Komşunun tulumbasından çekip içtiğimiz buz gibi sudan sonra yine koşardık hanımeline. Çiçeklerinin içinde bulunan zerre kadar balları dilimize değdirdiğimiz an ilahi bir güç bulurduk. Sanki bize özel ömürlük güç ve enerji vardı o balda...
O zamanlar çocuk zihnimizle bu kadar güzel cümlelerle anlatamazdık elbet. Evet bir yeri, güzelliği ve bir değeri vardı bizde fakat nasıldı, nedendi, ne zamandı sorgularının karşılığı yoktu ruhumuzda! Aslına bakarsanız sorgu da yoktu!
Sonra büyümeye başladık... Büyüdükçe azaldık... Ve kaybolduk kalabalıklarda... İşte o zaman anlamaya ve özlemle anımsamaya başladık bizdeki hanımelini... Bize kattığı huzuru, emeği, sevgiyi, sığındığımız limanı. Kabul edin veya etmeyin; hepimizin ihtiyacı var korunmaya, anlaşılmaya, saçlarımızın okşanmasına, dertleşerek sohbetin dibine vurmaya, sığınacak bir limana, hasretle sarılıp ağlamaya, anlamaya, anlaşılmaya ve hanımeli huzuruna... Hepimizin ihtiyacı var.
Bu sebeptendir her nerede görürsem yanına giderim, mis gibi kokusunu içime çekerim, gölgesine sığınırım, çocukluğumu anımsarım ve mutlaka dudaklarımı içindeki balına değdiririm hanımelinin...
Kendimizi bir marifet gibi görsek de yıllar geçtikçe büyüdükçe küçüldük ve kalabalıklarda yalnızlaştık aslında! Yıllar kuru kalabalıkları, kumdan kaleleri, türlü entrikaları, ego hizmetkarı kazançları getirdi insanoğlunun hayatına. Koşuyoruz da nereye kadar sürecek, nerede mutlu olacağız, nerede yeter diyeceğiz, nerede sevdiklerimizi göreceğiz, ne zaman kalıplardan sıyrılıp ‘Ademoğlunun’ yalın haliyle ruhumuza yöneleceğiz ve biraz da ‘TİN’ diyeceğiz?
Aslında bunları yakalamak hem çok kolay hem çok zor! Yetinmeyi becerebildiğimiz kadar kolay, hırsların esaretinde kaldığımız sürece zor!
Son yıllarda şöyle bir etrafıma bakıyorum ve insanoğlunun huzur bulmak için çocukluk ve gençlik yıllarındaki müzikleri dinlediğine şahit oluyorum... Çünkü pişmanlıklar içinde hayatımızdan, ruhumuzdan, yüreğimizden yitip gidenlere bakıp el sallarken sanırım yine geçmişin şarkıları daha iyi tuz basıyor yaralara...
Ömrün bittiği yerde pişmanlıklar içinde karanlığa kalınca anlıyor insan hayatından yitip gidenleri..