Tüm dünyada her şey ve herkes tembellik, şikayet, mutsuzluk kapısına yığılmış durumda…
Tüm dünyada her şey ve herkes tembellik, şikayet, mutsuzluk kapısına yığılmış durumda… Halbuki az zaman, az güç, biraz sabır, bir tutam sebat ve sonsuz sevgi şikayet edilen her şeyi zamanla bitirir; yeter ki çalışmaya niyetli olsun insanoğlu…
Hele ki Iğdır’da bu dediklerimi yapmak çok ama çok kolay çünkü; havası, suyu, toprağı, genç insan potansiyeli ile dünya üzerindeki nadir cennetlerden biri Iğdır…
Toprağa attığınız her zerre çekirdek, diktiğiniz en minik fidan anında yapışıyor Tabiat Ana’nın bereketli rahmine… Ve vakti gelince de nur topu misali hasatlara vesile oluyor verilen tüm emekler…
Laf aramızda Iğdır’ı gezip bereketini gördükçe, “SEVGİ ekelim bu coğrafyaya ve hasat zamanı elde ettiğimiz tüm sevgiyi savurup rüzgarlara yayalım dünyaya; başımızın, gözümüzün, insanlığımızın sadakası niyetine” dedim durdum kendimce…
Iğdır ile ilk yüzleşmemiz tepelerin arasından bir anda beliren yemyeşil bir küme oldu… Tepeleri aşıp zirveden baktığınız ilk anda içinizi ferahlatan manzaraya hakim olan renk elbette ki yeşilin her tonu…
Sonrasında detaya baktığınızda daha da hayran kalıyorsunuz Iğdır’a çünkü “muz ve narenciye dışında her şey yetişiyor toprağımızda” diyen Iğdırlıları tanıyorsunuz… Türkiye’de meyve ve sebze hasadının ilk başladığı noktalardan biri olan Iğdır’a adeta tarihinin vermiş olduğu bir efsun var… Bu şehirde öne çıkan ürün ise; Iğdır Kayısısı… Kokusu, bol sulu lezzeti, avuç dolduran hacmiyle kendisine aşkla baktıran bu ürün kesinlikle Iğdır’a özel… Ve diliyorum ki; Iğdır Kayısısı marka tescil onayı ile en kısa zamanda Iğdırlıların lezzet, tarım, ticaret, istihdam hanesine yazılır…
Karakoyunlu çiftçi Cemal Hoşhaber ve ailesinin rehberlik ve ev sahipliği ettiği Iğdır’da gördüğüm bunca berekete rağmen üreticilerin kooperatif çatısı altında olmaması doğrusu çok ilginç geldi bana… Cemal bey ve kardeşleri, çoluk çocuk genç yaşlı tarım ve hayvancılığın içinde… Bunu iş olarak değil hayat felsefesi olarak görüp mutlu oluyorlar… Sabah erken saatte başlayan çiftlik koşturması spor, sağlık, zindelik, terapi ve tabi ki ekmek parası niyetine… Bir taşla üç beş kuş aynı anda vuruluyor Hoşhaber Ailesi için… Tarım, hayvancılık, gıda, gelecek, güçlenmek, gençler, çocuklar, meslek bilinçlenmesi adına asıl mesele tam da bu; tarım ve hayvancılığı iş olarak değil, severek ve benimseyerek hayat felsefesine dönüştürmek…
Iğdır Karakoyun’da ziyaret ettiğimiz bir diğer yer de “Ata Ocağı Açık Hava Kültür Müzesi” oldu… Karakoyunlulardan yansıyan tarım, hayvancılık ve yerleşik hayata dair eserlerin yer aldığı bahçe muhteşem güzellikte… Müzenin kurucusu Sefer Karakoyunlu ile müzeyi gezerken gerçekleştirdiğimiz sohbette Karakoyunlu İlçesine dair önemli tarihi ve kültürel yansımaları öğrendik… Müzenin hemen ilerisinde yer alan Selçuklu Mezarlığı da ziyaret edilmesi gereken bir yer…
Karakoyun İlçesi sonrasında Tuzluca da yer alan meşhur Tuz Mağarası’na çevirdik rotayı… Mağaranın kapısına vardığınız anda dondurucunun kapağı açılmış gibi içeriden dışarıya vuran soğuk hava önce hepimizi korkutsa da içeri girdiğimizde gördüğümüz manzara her şeyi unutturdu… Sayısız tünel ve oyuktan oluşan devasa bir mağara vardı karşımızda… Mağaranın neredeyse tamamı kalın tuz fay hatlarından ibaretti… Buzlu cam gibi görünen tuz fazlarının oluşturduğu desenlerden gözümüzü alamadık… Ve tabi ki mis gibi iyot kokusu tüm duyularımızı harekete geçirmiş gibiydi… Mutlaka görülmesi ve hatta birkaç saat içerisinde zaman geçirip iyotlu havayı soluyarak tuz tedavisinden faydalanılması gereken bir yer Tuz Mağarası…
Tam anlamıyla gezip göremesek de Iğdır’a dair zihnimizde önemli notlar, yüreğimizde değerli dostluklar, damağımıza yerleşen lezzetler, dilimizde “en kısa zamanda yeniden geleceğiz inşallah” sözüyle döndük…
Bu arada bu butik şehirden yansıyarak tebessümlerimize vesile olan “yerleşik hayata geçmiş leylekleri” de unutmayalım derim… Bilhassa Karakoyunlu da çatıların ve direklerin üstüne kurdukları kocaman yuvalarda yaşayan leylekler çok onlar için normal… Karakoyunlu dan kışın bile gitmeyen leylekler, bilinen tüm ‘leyleği havada görmek, leylekler misali göçebe yaşamak’ efsanelerini sil baştan yaparak ‘değmeyin keyfimize’ moduna taşımış durumda…