-Gençleri, ABD tezgah kurarak bir birine kırdırdı !..

-Sağ- sol kavgası diye bir uyduruk kavga tezgahladılar !..

-Ülkücüleri ve Devrimcileri kandırıp kullandılar.

-Ülkücüleri ve Devrimcileri kavga ettirdiler, aradan siyasi islamcıları iktidar yaptılar !..

-Ülkücüler-Devrimciler-Siyasal islamcılar hepsi ABD’nin tezgahlarının ve oyunlarının bir parçası.

Hepsi ABD’nin uşağı ve hizmetkarıdır !..

Bugün, bu toptancı ve basit algılar sosyal medyada yoğun olarak yazılıp çizilmekte.

Peki doğru mu ?

Gerçek ne?

Bu aşurenin tarifinde esas büyük yanlışı görmeden, fasulye ve nohutlar çiğ kalmış, buğday erimiş, çok sulu olmuş gibi hemen görülüp tespit edilebilen yanlışlıkları söylemeden önce “-ya kardeşim bu aşureye şeker yerine tuz atılmış” demek nedense konuşulup hiç yazılmıyor !..

ABD baş aktör tamam !

12 EYLÜLÜ “onun çocukları” yaptı oda tamam !..

ABD’nin NATO’cu çocukları ihtilali gerçekleştirmek için 1978’den sonra olayların tırmanması ve Türkiye’nin kan gölü haline gelmesi için sayısız provakatif operasyonlar yaptı o da tamam.

Peki yanlış olan ne?

Yanlış olan tarafların tanımı ve hepsinin aldatılmış kandırılmış olarak bir Amerikan senaryosunda oyuncu olmaları iddasıdır!.

Ya da kabülü diyelim.

Hiç bir değeri ve kutsalı olmayan bir aptallar sürüsü olarak 12 Eylül öncesi gençliği aşağılamak ve değersizleştirmek !..

İşte yanlış olan bu!.

Ve bu algı kervanına maalesef o yılları yaşayan bizim mahallenin güya akıllı ve objektiflik iddasında ki bazı arkadaşlar da katılmış durumdalar.

SSCB diye bir devlet hiç ortada yok!

MARKSİST-KOMÜNİST bir ideolojinin dünyaya yayılması için de bir plan ve proğramın da bu devlet sahibi değil.

Milyonlarca Türk Sovyet rejimi altında ezilmiyor ve esir değil (!)

Suriye, Irak, Mısır, FKÖ Ruslarla işbirliği içinde değil.

FKÖ silahlı Marksist örgütlerin eğitimini kamplarında yaptırmıyor !..

Bulgaristan, Romanya, Gürcistan sınırımızda VARŞOVA PAKTI diye NATO ile savaş pozisyonu almış bir düşman ordusu da yok!.

Bunların hepsi uydurulmuş sahte senaryolar.

Olaylara bakarken biraz daha dikkatli ve seçici olmalıyız.

1971’e kadar SSCB merkezli bir Marksist- Sosyalist rejimin Türkiye’de kurulması çabası ve faaliyetleri elbet ki vardı.

Fakat bu faaliyetler ABD destekli NATO planları gereği yapılan 12 MART askeri muhtırası ile ciddi bir tasfiyeye uğradı ve dağıtılıp, etkisizleştirildi.

Fakat bu hayırlı işi yapan Türk Ordusu ABD’nin, NATO’nun 1974 sonrası kurduğu yeni oyunu ve tezgahını okuyamadı onun planlarının bir parçası olmaya devam etti.

1971’e kadar ABD Emperyalizmine karşı mücadele veren idealist Komünistler; 1974 Ecevit affından sonra birden revizyonist Marksistler olarak ağız değiştirdi ve “kahrolsun faşizm” diyerek 1974-1980 arasında silahlarını Türk Milliyetçilerine, Ülkücülere doğrulturlar.

Cezaevlerinde devşirilmişlerdi çünkü !..

Bizler yani Türk Milliyetçileri o yıla kadar silahlı kavganın tarafı olmadık.

Üniversitelerde ideolojik bir mücadelenin tarafı idik.

1974’den sonra işler değişti. Hedefe bizler konduk!.

Hepi topu 6 yılda her şey jet hızıyla oldu.

Şimdi bu olayların ve gelişmelerin daha iyi anlaşılması için bizzat şahit olduğum ve başımdan geçen iki olayı sizlerle paylaşacağım.

Sabırla okuyunuz lütfen!

1992 yılında Soçi’ye bir iş için seyahatlerim oldu. Bir Rus firmasının otel yapımını üstlenmiş bir Türk Firmasına danışmanlık yapıyordum.

Tercümanımız Türkçeyi çok iyi konuşan Rus vatandaşı Gürcü bir arkadaş idi.

Petersburg üniversitesi Türkoloji bölümü mezunuydu. Bitirme tezini 1977 yılında CHP-MHP üzerine hazırlamış oldukça bilgili ve siyasi ufku geniş olan bir kişi idi.

Uzun politik görüşmelerimiz oldu onunla.

Bir gün bana “-Hakkı gardaş seni bugün bir yere götüreceğim. Senin için ilginç olacağına eminim” dedi.

Soçi’de, çok katlı oldukça büyük bir binaya gittik.

Burası Sovyetler zamanında Dünya Sosyalist Gençlik Eğitim Kampı olarak kullanılan bir yermiş. Bildiğiniz gibi Soçi Rusya’nın Karadeniz’de ki en önemli ve gözde turistik merkezi.

Bu yerleşkede dünyanın çeşitli ülkelerinde kendi örgütledileri Sosyalist faaliyetlerin lider kadrolarını misafir ederek taktik eğitimler veriyorlarmış.

Her kat bir ülkeye ayrılmıştı.

Epey heyecanlanmıştım. Türkiye’ye ye ayrılan katı merakla sordum.

“-Türkiye hangi katta?” dedim arkadaşa

“-Acele etme seni zaten Türkiye’ye ayrılan katı göstermek için getirdim buraya. Bir de istersen ARAP-FKÖ katını gezeriz dedi.

12 ya da 13. Kata çıktık. Bir terkedilmiş müze görüntüsünde idi geldiğimiz kat.

Bakımsız ve tozlu sıralar, duvarlarda bolca resim ve tablolar vardı.

Bir de büst: Nazım Hikmet’in tabii !..

Resimleri tek tek inceledim. Mustafa Suphililerden, Behice Boranlara, Hikmet Kıvılcımlardan, Çetin Altanlara kadar bilinen birçok Komünist yazar, siyasetçi resimleri duvarlarda idi.

TKP ve TİP ile ilgili şemalar vardı.

İKD (İlerici Kadınlar Derneği); TÖS ( Türkiye Öğretmenler Sendikası 1971 öncesi komünist öğretmenler yapılanması); İLD ( İlerici Gençlik Derneği) gibi bazı örgütlerin isim ve sembolleri duvarlara asılmıştı.

Esas aradıklarım yoktu.

Bunlar bizim kavga ettiğimiz örgütler değildi.

Döndüm ve tercüman arkadaşa sordum.

“-Nerede diğer esas bizim dönüştüğümüz örgütler?, Madem CHP-MHP tezini yazdın onlardan da haberdarsındır herhalde” dedim.

Güldü, seni buraya getirmemin esas sebebi buydu. Benim söylememe, sormama fırsat bırakmadan sen farkettin.

DEV-SOL; DEV-YOL; HALKIN KURTULUŞU; MLSB; TİKKO vs onları arıyorsun değil mi?

Onların arşivi kayıtları bizde değil. NATO’ya, GLADYO’nun arşivlerine soracaksın onları.

Bu örgütler bizim de başımızın belası oldular.

Türkiye’deki sosyalist hareketi saptırıp dejenere ettiler.

Zaten sizin varlığınız ve uyarılarınız ile Türk Halkı dini ve milli geleneği yüzünden sosyalizmin Şili ve Arjantin’de olduğu gibi seçimler ile iktidara gelme ihtimali 1977’den sonra ortadan kalkmıştı.

Bizde yönümüzü Afganistan’a çevirdik. Sosyalist BABRA KARMALI iktidara getirdik o da Rusya’yı Afganistan’a çağırdı. Sonrası malum.

Yani senin anlayacağın 1974’den sonra siz bizim adamlarla değil Amerika’nın komünistleri (!)ile kavga ettiniz, ya da ettirildiniz!

Siz Rus’un uşakları ile değil, Amerika’nın uşakları ile boğuştunuz !

Hem de size Amerikan uşağı faşistler diye saldırdılar.

Kahrolsun Falişizm’in hikayesi bu.

Şimdi de gelelim ikinci şahit olduğum daha doğrusu yaşadığım olaya.

1980 Mart ayının başı idi.

İzmir Ocak’ta seminerim bitmiş, Ocak Başkanı Mehmet Ali Metin’in odasına geçmiştim.

Odaya girince Başkan Mahmet Ali “ Hocam sizi telefonla bir adam aradı. Çok önemli bir meseleyi Hakkı Hoca ile görüşmem gerekiyor” dedi.

“Kimmiş adını söyledi mi?” dedim.

“Hayır hocam, sordum söylemedi. Seminerde, siz 15-20 dakika sonra arayın dedim.”

Tamam diyerek başkanın odasında günlük gazetelere bakarken telefon çaldı. Ahizeyi Başkan bana uzattı fısıltı ile “ yine aynı ses, o arıyor” dedi. Ve telefonu “- burada veriyorum” diyerek bana uzattı.

Telefondaki ses,

“Merhaba hocam. Beni tanımazsın. Ama ben sizi tanıyorum. Göreviniz de biliyorum. Size çok önemli bir not iletmem lazım. Görüşebilir miyiz?” dedi

“-Tabi. Buyurun Çankaya Ocaktayım. Gelin” dedim.

“-Hayır. Ocağa gelemem ben. Olmaz”,

“- Siz şuraya gelir misiniz ?” dedi.

Ben de;

“ Hem beni tanıdığınızı söylüyorsunuz ve hem de tanımadığım birinin bir telefonu ile söylediği yere gelmemi nasıl istersiniz.? Siz kimsiniz” dedim?

“-Tamam ben de bunu diyeceğinizi biliyordum. Siz yeri söyleyin Ocak dışında kalabalık bir yerde buluşalım. Ama yalnız gelin. Ben yalnız

geleceğim.” dedi.

“-Tamam, siz Ocağa kaç dakika uzaktasınız?”

“- 15 dakika”

“- Siz, 20 dakika sonra bu telefonu tekrar arayın. Ben buluşma yerini söyleyeceğim” dedikten sonra onu nasıl tanıyacağımı sordum. “-cebimde Aydınlık Gazetesi olacak dedi.” sonrasında telefonu kapattım.

Sesinden orta yaşlarda ve eğitimli biri olduğuna tahmin ettim.

Başkan Mehmet Ali Metin ile Ocağa yakın bir pastanede gerekli tedbiri alarak, Ocaktan ayrıldım.

Buluşma yerinin karşında İzmir Emniyet Müdürlüğünün çaprazında, yolun karşısında ki buluşma adresi olarak belirlediğim Pastanenin kapısını gözlemeğe başladım.

İçeride ve dışarıda yolda üç arkadaşımız yerlerini almıştı. Bizim önce gitmemizin sebebi pastanede ve çevresinde 10-15 dakika içinde dikkat çeken bir hareketlilik olup olmayacağını kontrol etmekti. Her şey normaldi. Cadde kalabalıktı. Pastanede de oturan müşteriler vardı. Olağan dışı bir şey dikkatimizi çekmemişti.

Malum şahıs 15 dakika sonra aramış ve Başkanımız Mehmet Ali buluşma yerini söylemişti.

Bir müddet daha beklemenin sonunda cebinde Aydınlık gazetesi olan orta boylu, giyimi ile dikkat çekmeyen hafif saçları dökük bir adam sağını solunu kontrol ederek pastaneden içeri girdi.

Ben de karşıya geçerek tam girmeye hazırlanırken adam hızla dışarı çıktı ve soluna dönerek İkiçeşmelik yönünden Agoraya doğru hızlı hızlı yürüyerek kalabalığa karıştı.

İçeride ki iki arkadaşımızda hemen ardından çıkarak peşinden gitmeye başladılar. Biri bana dönüp karşıdan gidiyoruz işareti yaptı.

Ben de tekrar Ocağa döndüm.

Yarım saat kadar sonra adamın arkasından giden arkadaşlarımızdan birisi döndü.

“-Ne oldu” dedim.?

“-Hocam adam gelir gelmez içeriye hızla baktı bizi farketti, ama sizi aradı sanırım. Göremeyince hızla çıktı. Ben biraz takip ettim. Havra sokağından Kemeraltına girince kaybettim. Süleyman’da arkasındaydı. O takibe herhalde devam ediyor. Ben döndüm”.dedi.

“-Tamam. Bekleyelim bakalım” dedim.

Bir saat kadar sonra adamı takibe devam eden ikinci arkadaşımız Süleyman’da Ocağa döndü.

Başkan Mehmet Ali’nin odasındayız.

Biraz tedirgin “-Hocam yalnız görüşmemiz lazım” dedi.

Ben de “-ne demek yalnız ?! Ocak Başkanımızdan neyi gizleyeceğiz ki?” dedim.

“-O adam var ya !.. işte o yalnızken bu notu ilet dedi”

“- Şu işi baştan anlat hele Süleyman” dedim.

Süleyman takibe devam etmiş. Kemeraltına girdikten sonra takip zorlaşmış ve bir müddet sonra adamı kaybetmiş. Sonra tekrar geri dönerken tam Havra sokağının çıkışında omuzuna bir el dokununca dönüp bakmış ki o takip ettikleri şahıs.

Adam, Süleyman’a “- bak bu zarfı Hakkı Hocaya ver. Bu kadar tedbirli olması iyi. Ama bundan sonra bana güvensin. Biz aynı taraftayız.(!) Bu notu o’na yalnızken ver. Ve sen de beni ve bu olayı unut” diyerek yine hızla kalabalığa karışmış.

Oda da üç kişiyiz. Süleyman, Başkan ve ben.

“-Tamam dedim. Sen çıkabilirsin. Bu olaydan biz ne olduğunu anlayana kadar kimseyle bir şey paylaşma” dedim.

Sonra gelen zarfı Başkanla birlikte açtık.

Zarfın içinden çıkan kağıtta el yazısı ile yazılmış üç adres vardı. Çamdibi, Hatay Üçyol ve Karşıyaka’da üç evin adresi açık olarak yazılmıştı.

Başkanla bir birimize baktık.

İkimizin de aklından aynı soru geçiyordu:

Bunun anlamı ne idi.?

Sonrasında bu adresleri takip ederek kimlerin oturduğunu öğrenirsek belki bir ip ucu bulabileceğimizi düşünerek adresleri takip etme kararını verdik.

Aradan 5-6 gün geçmişti ki Başkanımız Mehmet Ali bir gün yine seminer sonrası “- Hocam konuşalım” dedi.

Bende “-hayırdır” dedim !..

“-Hocam adreslerle ilgili bir durum var” deyince meraklandım.

“-Hayırdır?.”

“-Bu adresler Komünist örgütlerin hücre evleri.

aile gibiler. Ama kendilerini kamufle etmişler. Hepsi üst düzey örgüt yöneticileri. Yanlarında da bir kaç militan korumalarıda var.”

“- Vay be dedim !..”

Başkan devamla “-ama hocam ilginç olan nokta şu ki her üç evde ayrı fraksiyonlara ait. Üçyolda Dev-Sol; Karşıyaka’da Dev-Yol ve Çınarlıda Halkın Kurtuluşu !..”

İşte bu kafa karıştırıcı. “-Ne yapalım.” dedi.

“-Düşünelim… kim hangi şekilde bu faklı hücre evlerini tespit ederek bize istihbarat verebilir?

Birbirimize baktık ve anladığımızı bir birimize ifade de zorlandık.

Ben “-tamam Başkan sen takibe devam ettir. Ama asla bir müdahalede bulunma.

Bu işin kokusu yakında çıkar” dedim.

Tam kapıdan çıkarken. -“Başkan sen tedbirli ol.Bizim arkadaşların kaldığı bazı önemli gördüğün evleri boşaltıp yer değiştirirsen iyi olur” dedim.

O gece bu olayı düşündüm ve sabah erkenden Gürçeşmede Eczahanesi olan Şehidimiz Turan İbrim ağabeyin yanına gittim.

Yiğitliğinin yanında sırdaşımız ve dert ortağımızdı.

Konuyu ona açtım.

“-Abi bize istihbarat desteği kim neden versin.?

Kafam karıştı. Ben diyorumki şu adreslerden birini sen birilerine bir şekilde sızdırsan ve ne olacak bakalım”.

Neden Turan abiye gitmiştim.?

Çünkü yaşça bizden büyük ve Emniyette siyasi şubede güvendiği bir genç hemşehrisi olduğunu biliyordum. Ayrıca Turan abi komünist örgütlerin yoğun olduğu Gürçeşmede inatla Eczanesini çalıştırmaya devam ediyordu. Bu sebeble bir kaç samimi polis dostu çoğu zaman yanına uğrardı.

“-Tamam anladım hocam” dedi.

Çaylarımızı içtik ve ben ayrıldım.

İki hafta ancak geçmişti.

Sabah ev telefonum erkenden çaldı.

Telefonda Turan İbrim ağabeyim. “-Yeni Asır gazetesini al manşete bak. Dün gece Hatay Üçyolda kıyamet kopmuş” dedi ve telefonu kapattı.

Polis gece Üçyolda malum adrese baskın düzenlemiş. Örgüt üyeleri ile dört saat çatışmışlar. Bir ölü iki yaralı komünistlerden, bir hafif yaralı da polislerden varmış…

Öğlen Ocağa geldim.

Mehmet Ali Başkan gülerek gazeteyi gösterdi.

“-Birileri daha adresler biliyormuş demek ki Hocam dedi. Ama anlamadım senin telefonda ki adam yine aradı. Sesi bu sefer çok sert ve kızgındı. “-Hakkı hocaya selam söyle. Yanlış yaptı. Bir gün karşılığını görür.” dedi ve telefonu yüzüme kapattı. Neler oldu” dedi.

Meseleyi özetledim. “-Anladım hocam dedi.

Demek ki hesapları başkaymış bozulmuş dedi.”

“-Diğer evler takipte mi dedim.

“-Ben de onu söyleyecektim. Gece Üçyolda çatılma okurken gece yarısı iki evi de acele ile boşaltmışlar. Evler şimdi boş” dedi.

………

29 Nisan’da Eczanesinde Dev-Sol fraksiyonuna mensup Komünistler Turan Ağabeyi şehit ettiler.

1980 ihtilali sonrasında 1982 yılının Eylül ayında Mamak Askeri cezaevinden sorgu için getirildiğim İzmir Emniyetinin 8. katında işkenceye ara verildiği bir zamanda yanıma biri yaklaştı. Gözlerim kapalı idi. Kim olduğunu bilmiyordum. Ama bana “-hoca daha sırası gelmedi. O adreslerinde hesabını vereceksin! deyince anladım.

O, telefonda ki adamdı!..

……..

Biraz uzun oldu ama iki gerçek olayı biraz da hikaye tadında yazmaya çalıştım.

Büyük resimde ne kandırıldık ve ne de kullanıldık !..

Durmamız gereken yerde durduk, tutmamız gereken safta saf tuttuk !..

Yanlış yerde duran ve kandırılan “vasat akıllı” devlet güvenlik bürokrasisi idi.

Ne dostunu ne düşmanını 1946-1991 arası NATO’lu yıllarda asla tanımadı.

1991-1999 arası kafası iyice karıştı.

Sonrasında da üst üste iki defa daha tuzağa düştü.

ANASOL-M hükümetini (57. Ecevit Hükümeti) ABD-AB istedi diye kurdurdu.

Eski mutlu mesut NATO’lu yılları hayal ederek (!).

Olmadı işler iyice karıştı.

Bu sefer AK PARTİYİ VE TAYYİB ERDOĞANI işaret etti aynı BATI !..

Tamam şimdi olacak, AB’ye gireceğiz ve eski BATILI dostluk (!) günlerine döneceğiz sandılar ve zokayı bu sefer baya büyük yuttular..

2011’e gelince gördüler ki işler tam tersi daha da kötüye gidiyor.

Bırakın AB’ye girmeyi elde ne Cumhuriyet ne Vatan kalacak !.

Velhasıl Türk Milliyetçileri dün ne yanıldı ve ne de kandırılıp kullanıldı.

Hele ki Türk Devletinin ve Milletinin gizli açık düşmanlarında asla yanılmadı !..

Kandırılan, kullanılan birileri varsa o da NATO işbirlikçisi “vasat akıllı” devlet güvenlik bürokrasisi ve onun yönettiği sermaye ile kamu kurumlarının yöneticileri ve masalı, makamlı maaşlı kadroları ile onların aklına güvenen zayıf ve ezik siyasi işbirlikçileridir.

Ülkücüler dün, ABD,RUSYA VE AB’nin yürüttüğü örtülü savaşın hedefi olarak ne yaptılarsa yarın yine aynısını bu sefer daha bir akıllı ve tecrübeli olarak yapacaklarından kimsenin şüphesi olmasın

Darağacına verdiğimiz on civanımız ile binlerce şehidimiz boşu boşuna aptal bir kavganın asla tarafı olmadı !

Kimse 1968-1980 arasındaki “ Ülkücü Hareketin” mücadelesini gölgeleyip şüpheli alanlara çekmesin.

Son şehitlerimizden canımız, yiğidimiz Fırat Çakıroğlu’da mı sağ sol oyunlarının piyonuydu?!

Ayıptır, günahtır, vebaldir yapmayın ey bizim mahallenin özgürlükçü ezikleri !..

Yarın çok utanırsınız!

Ve yarınlarda bugün size “helal olsun” şak şakcılığı yapan özeleştirici 5. Kol ajanlarının hiç biri cenazenizi omuzlamayacak, yine eski günlerin hatırına ve vefasına sahip hayatta kalan ve asla verdikleri mücadeleden pişman olmamış dört inanmış ülküdaşınız tabutunuzu omuzlayacaktır !..

Bundan hiç şüpheniz olmasın !..

Hakkı Şafak Ses