En eski ticaret yollarının geçiş noktasında yükselen bu şehir, coğrafi konumu her dönemde: Mezopotamya’nın batıya kapısı; batının doğu’ya bakan penceresidir.

URFA’YI ANLATMAK İÇİN;

URFA'YI ANLAMAK GEREK

Tarihin bilinen en eski ticaret yollarının geçiş noktasında yükselen bu şehir, coğrafi konumu ile her dönemde: Mezopotamya’nın batıya açılan kapısı; batının doğu’ya bakan penceresidir. Sumerlerin sivrisineğin kanat çıpışını duyan kulağıdır. Roma’nın hassas burnu; Babil’in hudut gözcüsü ve Bizans’ın son sözcüsüdür.

Fakat ne var ki: Bakıldığında gerçek bir avantaj gibi görünen coğrafi ve jeopolitik konumu; bu kadim şehrin tarihin hemen her döneminde Mezopotamya’nın sürgündeki asi çocuğuymuş gibi dışlanmasına ve parçası olduğu Anadolu’dan üvey evlat muamelesi görmesine sebep olur. İki ayrı dünyanın, farklı medeniyetlerin ve bütün semavi dinlerin beslendiği bu ulu kaynak, asırlarca kimselerin sahiplenmediği sorunlarla tek başına boğuşup durmak zorunda bırakılır.

Köklü geçmişinin omuzlarına yüklediği vakar ve gururu doygun bir sükunla taşıyarak korumaya çalışan Urfa, sadece bu yönüyle 21. Yüzyılda bile nev-i şahsına münhasır bir kentsel ve sosyal yapıya sahiptir. Hoyratça korunmaya çalışılan geleneksel kent dokusuyla Türkistan’ın kalbi Semerkant veya Buhara’dır

Urfa. İnsan dokusuyla biraz İstanbul’dur, biraz Medine ve biraz da Beyrut...

Urfa, geçmişinden miras kalan çok renkli ve zengin kültürel dokusu, İbrahimi cömertliği ve Halili hoşgörüsü ile 12. Yüzyılda 21. Yüzyılı yaşamış çağlar üstü bir şehirdir. Müteddeyin, muhafazakar ve misafirperver insanlarının halis ve hasbi davranışları ile postmodern zamanların masal şehri; Asr-ı Saadet’i arayanların teselli merkezidir Urfa.

Bütün eski şehirler gibi, Urfa’nın da kentsel kökenleri karanlıktadır. Şehrin uzak geçmişinin büyük bir bölümü, belki de bir daha gün yüzüne çıkarılamıyacak kadar toprağın derinliklerine gömülüdür.

Dolayısıyla, bizim bu çerçevede söyleyeceklerimiz, Urfa’nın geleneksel hayatlı taş evlerinin şekillendiği ve şehrin Müslüman Türk kimliği kazandığı son bin yıllık süreçte oluşan kentsel ve sosyal dokusu ile sınırlı kalacaktır

Bilindiği gibi Urfa, Malazgirt Zaferi’nden 16 yıl sonra tanışır Türklerle.

Bozkırlı atlı göçebelerin çocukları; atları, çadırları, kollarında altın bilezikleri, takım-tezgah, örs ve çekiçleri ile gelirler bereketli hilalin kuzey sınırındaki bu topraklara. Tıpkı bu coğrafyaya kendilerinden önce ayak basan ve kendilerinden sonra ayak basacaklar gibi, göçlerini şehri çepeçevre kuşatan surların önüne kondururlar.

“Ak keçeden yapılmış çadırlarda yaşayan atlı göçebeler”in çocukları taş evler yapmadan önce ak keçeden çadırlarını çatarlar Karakoyun deresinin kuzeydoğu kıyılarına. Akşamdan sabaha el değiştiren ve taht kavgalarıyla harebeye dönen Edessa’yı ilerleyen zaman içinde kendi renklerine boyar, kendi zevklerine göre yeniden düzenlerler.

Anadolu toprakları, ortasında bir camiin yer aldığı küçük meydana açılan sokakların iki yanında omuz omuza veren tek veya asma katlı, çıkmasız, pencereleri sokağa bakmayan, dışa sağır, kerpiçten ve taştan yapılmış kalın duvarlı Türk evleriyle henüz tanışmadan; Kuzey Mezopotamya’nın dağına, taşına aynı resmi çizerler.

Osmanlı’dan çok önce ve Selçuklu’dan daha çok bu coğrafyada söz sahibi olan Ahi birlikleri, bugününde ve geçmişinde tarım ve hayvancılıkla öne çıkan bu şehri, ipek yolu üzerindeki en önemli ticaret merkezlerinden biri haline getirirler.

Sadece ekonomik yapıyı değil, bireysel hayatın her alanını “eline, diline, beline sahip ol” kuralıyla kuşatır, her bakımdan “bir olan, dir olan ve ir olan” zarif ve uyumlu bir sosyal yapı oluştururlar.

Ölçüleri ve değerleri belli olan bu yapı doğal olarak yaşama çevresini oluşturan mabed, mesken, meydan, çarşı, pazar gibi mekanlara ve eşyalara da yansır.

İslam kültür dairesinde şekillenen bütün Küçük Asya şehirleri gibi, Müslüman-Türk kimliği kazanan Urfa’nın kentsel dokusu da, mahremiyet ve mabedi ön planda tutan din olgusunun kavrayıcı ve kuşatıcı etkisiyle yeniden şekillenir.

Mekanı ve insanı şekillendiren inanç sistemi ile birlikte, yedi ay kadar süren yaz sıcağı ve sair mecburiyetler; çağın imkan ve şartları, çarşı, pazar ve hanların konutlardan ayrı yerlerde toplanmasını gerektirir.

Ekonomik eylemlerin bugün de yoğun biçimde yaşandığı Akarbaşı, Sipahi

Pazarı, Gümrük Hanı, Manifaturacılar Çarşısı, İsotçu, Koyuncu ve Kasap Pazarları ile Attar Pazarı ve Mevlevihane civarında toplanan ticaret merkezleri bu gerekliliğin sonucu olarak ortaya çıkar.

Evler, sokaklar, caddeler, meydanlar, köşe başları, tetirbeler hep bu ölçü ve değerlere göre tasarlanır.

Kimi evlerin, batıdakiler gibi tek veya ilave ya da asma katlı, bir kısmının iki katlı ve toprak damlı oluşları hep bu nedenlerledir. Sokağa bakan duvarların, deve sırtında giden yetişkin bir insanın boyunun ulaşamayacağı yükseklikte ve dışa sağır oluşları da inanç ve iklim kuşağının gereğidir.

Şehri değiştirerek yeniden şekillendiren yeni sahiplerinin ellerinde taş ve topraktan başka temin edilmesi ve işlenmesi kolay, ucuz ve sağlam malzeme yoktur. Ahşap malzeme sınırlı ve iklim şartlarına karşı dayanıksızdır. Kesme taştan kalın ve yüksek duvarlar, toprak damlar, tonozlar, metal veya kimyasallarla koruma altına alınan ahşap kapılar, bu varlar ile yokların eseri olarak ortaya çıkar.

§

Halim Yağcıoğlu’nun söyleyişi ile, “iki metre eninde / sekiz metrede biten sokaklar”ı ile “evvel zaman içinde” diye başlayan egzotik masallardan fırlamış gibidir Urfa.

Devam edecek olursak; “Sokaklar boyunca duvarlar”; Kesme taştan, ortaçağ kaleleri gibi kalın ve yüksek. Sokaklara taşırılmış zarif konsollar üzerine kurulmuş çıkmalar; çardaklar, köşkler, baş odalar. Soğuk demir ustalarının hünerli ellerinde şekillenmiş stilize bitki süslemeli pencere kafesleri; kafeslerin arkasında boş boy tenekeden saksılarda göğeren karanfiller, yediveren gülleri...

Damların sokağa bakan cephelerinde, yağmur duasına çıkmışcasına el açan yağmur suyu olukları; taş, metal ve az da olsa ahşaptan mamul çörtenler. Kiremit çatılı damlara sığmayan saçaklar.

Duvarların gerisinde yaşayan hayatlara açılan tek çenetli/kanatlı, enikli ya da çift çenetli/kanatlı kapılar. Dökme demir veya pirinçten tokmaklar, döğecekler. Dövme demirden çalacaklar, çekecekler. Kapılara kucak açmış nişler, zarif kornişler, süslü kemerler. Kapıların iki yanında yılların yorgunluğuyla soluklanan “soluk” ve “binek” taşları.

Altta mozaik estetiğinde döşenmiş bazalt taş zemin... Birkaç adımda altından geçilen kabaltılar. Beşik tonozlu geçitin üstünde, ahşap kafesli pencerelerden hasretle yol gözleyen çardaklar.

Bütün bunlar ve hatırlanamıyanların tamamı, “İki metre eninde/ sekiz metrede biten sokaklar”a sığmış veya sığdırılmıştır eski Urfa’da. “Sokaklar boyunca yükselen duvarların gerisinde” ise, sadece evler vardır. Günlük ihtiyaçlarını temin etmek isteyenler, sepetlerini alıp şehrin belirli yerlerine kümelenmiş ticaret merkezlerine, çarşıya, pazara gitmek zorundadır

Eski Urfa’nın kent dokusunda meydan sıfatı ile anılan meydancıklar vardır.

Genelde mabed, mektep, medrese, pazar ve han gibi hemşehrilerin ortak kullanımına açık büyük yapıların bulunduğu çevrede oluşturulan meydanlar, aynı zamanda değişik yönlerden gelen sokakların kesiştiği yerdir. Büyük ölçüde topoğrafyanın zorlamasıyla oluşturulan ve adlarıyla birlikte günümüze kadar ulaşan; Bidik, Ellisekiz, Pıçakçı, Saray, Arap, Su ve Kara Meydanları, kentsel doku içinde çok küçük yer işgal etmelerine karşın, özellikle ulaşımın hayvan ve arabalarla yapıldığı dönemlerde şehri rahatlatmışlardır.

Evleri, hanları, hamamları, çarşıları, mabedleri, türbeleri, yatırları ve mezarlıkları.. meydanları, caddeleri, zuvağları/sokakları-, tetirbeleri/çıkmazları, kabaltıları/abaraları, tonoz örtülü geçitleri, hayratları, kastelleri-çeşmeleri, soluk ve sadaka taşları.. kuyuları, sarnıçları, su yolları, kemerleri, isale hatları loğarları, evsel atık su arkları, kanalları, kanalizasyon şebekesi ve sinesinde barındırdığı hayvanları, göçmen kuşları ve insanları.. temelleri bu mekanlarda atılarak geliştiren gelenekler-görenekler, oyunlar, matemler, düğünler, törenler, şölenler, eşyalar, giysiler, araç ve gereçler, havası, suyu ve doğası ile bu kadim şehir; apayrı birer alemdirler.