Habertürk’te Fatih Altaylı’nın sunduğu programa katılan Prof.Dr. Ahmet Uysal’ın, “Balkanlardan göç edenler için kullandığı, Türk değil, Türkleşmişlerdir” ifadesi haklı tepkilere neden oldu.
Bilim adamlarının bazı kavramları kullanırken –bilimsel bir dikkat- göstermeleri gerekir. Bu ifade, birçok bakımdan sorunlu. Bir defa Türklük etnik bir aidiyetin ifadesi değil. Millet de kana, ete, renge veya ırka dayalı olarak ifade edilemez. Türk değiller ifadesi meseleye –etnik aidiyet- üzerinden bakmayı ifade eder. Türkleşmişlerdir ifadesi ise önceki ifadeyle çelişen –kültürel- dahil olmayı anlatır. Bir şeye dahil olunabiliyorsa orada artık kök birliğinin gerekliliğinden söz edilemez. Çünkü, milleti etnik birlik olarak tarif ettiğiniz zaman içine sadece aynı kökenden olanlar girer, dışarıdan dahil olma imkanı ortadan kalkar.
Belli ki sn Uysal’ın kafası, tıpkı desteklediği çevreler gibi karışık. Öncelikle şunun bilinmesinde fayda var; millet veya ulus dediğimiz birim kültürel, manevi bir birimdir. Kan bağı değil, kültürel ortaklık arar. Bazıları bunu kültürel asimilasyon olarak nitelese de gerçekte öyle değildir. Ortaklık dememizin sebebi de budur. Ortaklık, en azından temel meselelerde ortak davranış kalıplarına, hayata bakarken ortak kriterlere sahip olmayı ifade eder. Bu, kültürel özdeşlikten daha farklı ama daha ihata edici bir tanımdır. Kültürel özdeşlik, hayat tarzının azamisinde benzerlik ararken, ortaklık belli ölçütlere ve temel konularda ortak Bakış tarzına ve tutumlara sahip olmayı ister. Vatandaşlık bağı, ortak devlete sahip çıkma ve bir arada yaşama iradesi, aynı vatana bağlılık duygusu ve biz olma şuuru gibi. Bu ve benzeri ortaklıklar her toplumda görülebilecek farklara rağmen birlikte yaşamayı ve millet olmayı sağlayan kriterlerdir.
Etnik millet tanımı ile kültürel millet tanımı arasındaki en önemli fark birinin dışlayıcı ötekinin toplayıcı ve birleştirici olmasıdır. Türklüğün kültür ve ortak kıstaslar üzerinden tanımı, bunun için önemlidir. Meseleye ırk, kabile veya kök birliği üzerinden bakmak bizi dışlayıcı, küçültücü bir millet anlayışına götürür ve böyle bir düşüncenin sonu parçalanmaya kadar gidebilir. Çünkü bir ülkenin bölünmesi, aslında toplumun bölünmesi, o coğrafyada yaşayan insanların farklı kriterlerle hayata bakıp farklı yönlere gitmesi anlamına gelir. Bizde bölünme insan üzerinden anlaşılacağına, hep toprak üzerinden anlaşıldığı için insan unsuru ihmal edilmiş, neticede birbiri ile ilişkisi, duygusal bağı zayıf topluluklar, kolektif kimlikler ortaya çıkmıştır. Bölücülük ve teröre yataklık eden de budur.
Bugün uluslaşmış/milletleşmiş toplulukların hiç biri- istisnalar dışında- etnik homojenliğe sahip değildir. Her topluluk farklı amaç ve ölçüler üzerinden milletleşmiştir. Etnik millet anlayışı, ırkçı millet anlayışıdır. Irkçılık, aslında toplayıcı, içine alıcı bir millet ve milliyetçilik anlayışına sahip olanları değil, etnik bağları öne çıkaran, Türkiye’yi bir kavimler, kabileler mozayiğinden ibaret görenleri tanımlar. Bu gerçeğe rağmen, millet tanımında kan bağını öne çıkaranlar değil, kültür ve değerler bağını öne çıkaranlar hep ırkçılıkla suçlanmıştır. Bu toplayıcı millet anlayışı ırkçılığa, etnik ayrışmaya geçit vermediği için ırkçı -etnikçi çevrelerin hedefi haline gelmiştir. Bunda, kafası dini hükümleri yanlış yorumlayarak yahut çarpıtarak yorumlayanların etkisinde kalan bilim adamlarının da büyük payı vardır. Kavramları doğru anlamadan yorumlamaya kalkmak en çok da bu çevrelerin işine yarıyor.