Ağustos’un ilk haftası, sıcak bir pazar günü, ikindi vaktinde, aracımı Konya’nın eski Stadyumunun karşısına park ettim. Yürüyerek, ilk önce Sadreddin Konevi hazretlerinin türbesini ziyaret edip, daha sonra Hz. Pir Mevlana Celaleddin Rumi türbesine kadar uzanan güzergâhtaki türbe ve camileri ziyaret etmeye niyet etmiştim. Şölen pastanesinin hemen yanı başından sokağa girince, gayet mütevazi ve gösterişsiz haliyle Şeyh Sadreddin Konevi Camii ve Türbesi karşımdaydı. Gençlik yıllarımdan itibaren, her fırsatta ziyaret etmeme rağmen, adımlarımı attıkça, tarifi mümkün olmayan bir heyecana kapıldığımı hissettim.
Önce Camii kapısındaki estetiği seyrettim. Arapça bilmememe rağmen, dakikalarca kapının üstünde yer alan metinlere bakakaldım. Neden sonra, o güzelim işlemeli ahşap kapı üzerine yapıştırılmış, adeta sırıtan, bir etkinlik afişi gördüm. Gayri ihtiyari, ‘Heyhat’ dedim, kendi kendime, yüksek bir sesle. Etrafıma baktım, Allah’tan kimse yoktu. Arkasından, türbeye geçtim.
Bir metre genişliğindeki türbe duvarına ellerimi koyarak, örneği pek az olan, tahtadan yapılmış üstü açık kubbe altında bulunan Sadreddin Konevi’nin mezarını seyretmeye başladım. Dua okudum. Türbenin de bir fotoğrafını çektim hatıra olarak. O anda, mezar başında duasını yapmış ve yanında on, on bir yaşlarında bir çocuğu bulunan, tanımadığım birisi yanıma yaklaştı ve selam verdi. Devamında, “affedersiniz diyerek, sizi buraya getiren saik nedir” sorusunu yöneltti.
Oldukça zor bir soruydu. Bir soruyu soran arkadaşa baktım, bir de çocuğa baktım. “Sizi, tanımıyorum ama, bu sorunun cevabı neredeyse bir makale olabilecek bir soru efendim” dedim. “Kimsiniz? sosyolog, ilahiyatçı veya filozof olabilirsiniz belki, haddimi aşmak istemem ama, kelimelerin yettiğince cevap vermeye gayret edeyim” dedim. Bu şekilde, hem de ayaküstü, büyük Türk düşünürü ve mutasavvıfı Sadreddin Konevi ve üvey babası İbn-i Arabi, hatta İbn-i Rüşd ile ilgili sohbetimiz başladı. Naçizane, hafızamda yer alan bilgiler ve yeni karşılaştığımız arkadaşın da ilaveleriyle, aşağıdaki sohbet ortaya çıktı:
Sadreddin Konevi, 1207 yılında Malatya’da doğmuş, babasının görevi vesilesiyle Konya’da yaşamıştır. Babası, Mecdüddin İshak, Selçuklu sarayına yakın olmuş, dışişlerinde görev yapmış bir diplomat ve devlet adamıdır. Mecdüddin’in sarayda şehzade ve sultanlara hocalık yaptığı da bilinmektedir. Bu sebeple, Konevi’nin çevresinin zenginlerden oluştuğu nakledilse de, şu anda duvarının önünde sohbet ettiğimiz yer, Konevi’ye ev olarak, dostu Hace Cihan tarafından temin edilmiştir. Konevi’nin babasının vefatıyla, annesi İbn-i Arabi ile evlenmiş, böylece İbn-i Arabi Konevi’nin hem üvey babası hem de hocası olmuştur.
Bazı iddialara göre, İbn-i Arabi, Batı’dan Anadolu’ya Sadreddin Konevi’nin eğitim ve terbiyesi için gelmiştir.
Sadreddin Konevi’yi anınca, hiç şüphesiz 13. yüzyılın büyük devrimcisi İbn-i Arabi’yi konuşmadan edemezdik. Günümüzde dahi etkisini sürdüren, ünlü düşünür Mahmud Erol Kılıç’a göre, Osmanlı’nın kurucu babaları arasında yer alan İbn-i Arabi, bilindiği üzere, İslam tasavvuf düşüncesinde İnsan-ı Kamil kavramını ve Vahdet-i Vücud sistemini yerleştirdi.
Ahmet Yaşar Ocak hocaya göre, İbn-i Arabi ile birlikte 13. yüzyılda tasavvuf tarihi içinde büyük bir devrim yaşandı. Yepyeni bir tasavvuf anlayışı ortaya çıktı.
Yine, Sadrettin Konevi’yi hatırlayınca, 13. yüzyıl Anadolu Türk aydınlanma ve kurumlaşmasına değinmeden edemezdik. Çünkü, değerli çağdaş düşünürümüz Sait Başer’e göre, insanlık tarihinde devir devir zamanın rutin akışına söz dinleten büyük zihniyet değişimleri gerçekleşmiştir. Türklerde bu değişim 13. yüzyılda gerçekleşmiştir. Benzer değişim, Avrupa’da 17. yüzyılda aydınlanma olarak tezahür etmiştir.
Sadreddin Konevi’nin ilim ve fazileti yanı sıra, keşf ve keramet sahibi olduğuna dair anlatılan bir rivayet vardır. Bir gece, hırsız Konevi’nin evine girer. Konevi namaz kılmaktadır. Hırsız, Konevi’nin namazı bitirmesini ve uyumasını bekler. Ancak, Konevi, yeryüzü ağarıncaya kadar namaz kılmaya devam eder. Hırsız, Konevi bu gece sabaha kadar namaz kıldı, yoruldu, yarın erken uyur diyerek, ertesi gece geri gelir. Konevi’nin ikinci gece de namaz kıldığını görür. Uzun bir vakit, namazı bitirmesini ve uyumasını bekler, ama yine yeryüzü aydınlanır. Hırsız, üçüncü gece tekrar Konevi’nin evine girer. Konevi namaz kılmaktadır.
Hırsız, kapı aralığından Konevi’yi izlerken, yan duvarın yarıldığını ve iki kişinin içeri girip Konevi’nin elini öptüklerini görür. İçeri girenler, “Yedilerden falan kişi vefat etti, yerine kimi koyarsınız” derler. Konevi, “uyanık kimi bulursanız, onu koyun” der. İçeri giren iki kişi, “Konya’da sizden uyanık kimse yoktur” derler. Konevi, “Bizim bir hırsızımız var. Şu kapının ardında. Üç gecedir uykusuzdur, onu getirin” der. Hırsızı getirirler. Konevi, “üç gün zahmet çektin, uykusuz kaldın, eline hiçbir şey geçmedi” der. Hırsız, “bilemedim, tövbe olsun” der. Konevi, iki kişiye dönerek, “bunu merhumun yerine koyun. O dahi yedilerden olmuştur. Hırsızlık için bizim dergahımızda üç gece uykusuz kalan yedilerden olsun” der.
Bu rivayetle birlikte, Konevi mahallesinde doğan, 11 yaşındaki Ahmet Kemal Ünver’in, mail üzerinden gönderdiği ‘Şeyh Sadreddin Konevi’nin Vasiyetinden de, Konevi’nin kızına yazdığı şu cümle aklımıza geldi: “Kızım Sekine’ye de (Allah O’nu muvaffak etsin) namaza ve diğer farzlarla birlikte itisfar etmeye, Allah’tan mağfiret dilemeye devam etmesini ve Allah hakkında hüsn-i zanda bulunmasını vasiyet ediyorum”.
Sohbetimizi, Konevi’nin şu duası ile bitirdik: “Allah’ım, senden iyilikleri yapmayı, kötülükleri terk etmeyi, yoksul ve düşkünleri sevmeyi istiyorum”.
Ayaküstü, Sadreddin Konevi’nin türbesinin duvarına yaslanarak yaptığımız sohbeti sonlandırırken, bana soru soran arkadaşın, Ankara’da bir üst düzey bürokrat olduğunu öğrendim. Bürokratımız Konya’lı ancak, bir çok Konya’lı gibi, Sadreddin Konevi’yi, Konya dışına çıkınca öğrenmiş. Yaklaşık on yedi yıldır da felsefe merakı olup, felsefi eserlerle haşır neşir olmuş.
Yaklaşık beş, altı dakika süren sohbetimiz sonrası, Sadreddin Konevi’nin huzurundan ayrılırken, ilk başta kurduğum, Konevi’den Mevlana’ya kadar uzanan güzergahtaki türbe ve camileri ziyaret etme planım da bir başka tarihe kalmış oldu.