Avrupa Birliği ülkeleri, her ne kadar Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle yaşanan savaşta, bir birlik ve beraberlik tavrı sergileseler de, Birliğin üye ülkeleri arasında ciddi görüş ayrılıklarının olduğu bilinmektedir. Söz konusu ayrılıklar ya da farklı düşünceler, daha çok Batı Avrupa ile Doğu Avrupa ülkeleri arasında bazı konularda belirgin bir hal almaktadır. Bu görüş ayrılığını, Polonya ve Macaristan’ın AB kararlarına yer yer karşı çıkışlarında da görmekteyiz.


Geçen hafta bu köşede yayınlanan, “Kültürel farklılıklar ve toplumsal zenginlik” konulu yazıdan sonra, Amsterdam’dan bir okur, “Avrupa Birliği’nde kültür savaşları” başlıklı uzunca bir makale ve beraberinde dipnotlar gönderdi. Gönderen kişi muhtemelen, Avrupa’daki sosyal bilimcilerin gündeminde, bizim geçen hafta bahsettiğimiz ‘göçmenler, ırkçılık, ayırımcılık, korku, güvenlik’ konulardan başka konular da var demek istedi. Elbette, bu doğru bir tespit.

sosyal bilimcilerin değil, aynı zamanda Avrupa Birliği karar vericilerinin de gündeminde olan önemli meseleler var. Gönderilen makalede, bu meseleler ‘iklim, kürtaj, ötanazi, biyoetik tartışmaları, aynı cinsten olanların evliliklerinin tanınması, eşcinsellik ve transseksüel hakları (LGBT)’ olarak tanımlanıyor. Aynı makalede, bu meselelerin tartışılması, ele alınış şekli, bu konularda AB üye ülkelerinin hükümetlerince çıkarılan bazı yasalar, Avrupa’da bir kültür savaşı olarak değerlendiriliyor.

“Avrupa Birliği’nde kültür savaşları” başlıklı makalede, aynı konuları, otuz yıl önce meşhur Amerikalı sosyolog James Davison Hunter’in, yazmış olduğu ‘Culture Wars: The Struggle to Define America’ isimli kitabında ele alındığı belirtiliyor. Hunter, zikredilen bu konulara, devlet okullarında din dersleri konusunu da ekleyerek, bir kültür savaşının başladığını haber veriyordu. Otuz yıl sonra, Amerika ve Avrupa’da, genel olarak muhafazakârlar ve ilericiler, kültür savaşını, artık bir ‘kimlik politikası’ haline getirip, yeni bölünmelerin yollarını açıyorlar. Hatta, Alman hukukçu Carl Schmitt, ‘Partizan Teorisi’nde bu bölünmelerde ortaya bir mutlak düşman konulduğunu ve bunda da sınır ve ölçü tanınmadığını söylüyor.

Amerika’daki radikal bölünmeler göz önüne alındığında, bir tarafta, ‘beyaz üstünlükçüler’ diğer tarafta ‘Black Lives Matter’ ya da ‘Capitol Hill işgali’ ve ‘Antifa’ grupları, ‘kültür savaşının taraftarları’ olarak tanımlanıyor. Son otuz yıl içinde, bu gruplar arasında kültür savaşları, bölünmelerden ve kutuplaşmalardan beslenen bir kimlik meselesi haline dönüştüğü belirtilirken, hatta öyle bir hale gelmiştir ki, siyasi karşıt, bir düşman, olarak nitelendirildiği de makalede yer alan bilgiler arasında.

Avrupa kıtasında da durum, Amerikan farklı değildir. Dini, kültürel ve kimlik tartışmaları, son yıllarda hem Avrupa Birliği hem de üye ülkelerin gündemindedir. Fransa’da ‘baş örtüsü’, Portekiz’de ‘aynı cinslerin evliliklerinin kabulü’, Polonya’da ‘LGBT ideolojisinin serbestliği’, Macaristan’da ‘anti-Soros’ ve ‘anti-lgbt’ yasaları gibi tartışmalar somut kültür savaşı örnekleridir.

Polanya asıllı Amerikalı siyaset bilimci Marek Jan Chodakiewicz, tüm AB ülkelerinin serbest piyasa ve liberal demokrasiyi benimsemelerine rağmen, Avrupa’da derin bir kültürel farklığın bulunduğuna dikkat çekiyor. Aynı görüşe göre, Brüksel’de alınan kararların, Varşova ve Budapeşte’de tepki görmesi bunun açık delilidir.

Avrupa’da görülen bu kültür savaşlarının arka planında hiç şüphesiz, Doğu Avrupa’nın yıllarca Sovyetler Birliği tarafından idare edilmiş olması yatmaktadır. Diğer taraftan, Doğu Avrupa’da sosyal ve kültürel düşüncelerin hakimiyeti de, hiç şüphesiz, söz konusu Avrupa kültür savaşında rol oynamaktadır. Artık, Avrupa sokaklarında, yukarıda ifade edilen konular etrafında, yürüyüş ve gösteri yapan grupların, Avrupa Birliği ülkelerinde var olan kültür savaşlarının, aktörleri olduğunu ifade etmemiz gerekmektedir. Otuz yıl önce başlayan ‘kültür savaşları’, günümüzde, ‘kimlik politikaları’ adıyla, muhafazakârlarla ilericiler arasında her geçen gün belirgin hale gelen derin bölünmelerle devam etmektedir.

Veyis Güngör
9 Ağustos 2022