Bizler çekip gideceğiz bir gün. Bizden geriye hiçbir şey kalmayacak. Kalacak olan da günü geldiğinde gidecek, bir süre sonra o da unutulacak.

Eskileri yazdığım doğru. Eski sokaklar, eski evler, eski çarşılar, eski insanlar...

Eski çeşmeler, eski dükkanlar, eski kahveler...

Eski dediğimiz, ama yeniden olsalar sevineceğimiz geçmişimiz her biri. Güldüğümüz, kavga ettiğimiz, dayak yediğimiz...

Biraz da yaşlanmanın etkisiyle kaybettiğimiz, aslında zamanın elimizden aldığı geçmişimiz...

Bugün olsalar hangimiz sevinmez. Hangimiz mutlu olmaz.

Yazmaktaki gayemiz daha çok tarihi bir belge olarak kalması.

Bizler çekip gideceğiz bir gün. Bizden geriye hiçbir şey kalmayacak. Kalacak olan da günü geldiğinde gidecek, bir süre sonra o da unutulacak.

Hızla değişen hayat ya da koşullar eskiyi siliyor. Tuzla buz ediyor. Çoğu zaman kötüleyerek... Gereksiz, anlamsız kılarak...

İşte bu yüzden yazmalı.

Yazalım ki unutulmasın. Kaybolmasın. Silinip gitmesin. Günün sonunda başa döneceğiz; bu kesin. Bu dünya bunu kaldıramaz. Bu hızı, bu hırsı kaldıramaz. Eninde sonunda patlar.

Her şeye sıfırdan başlamak yerine, yüzyıllardan süzülerek gelen ve gelirken de en iyisi, en doğrusu olmaya çalışan her ne varsa kayıt altına almalı. Almalı ki kolaylık olsun. Hatasız olsun.

İşte bu yüzden dünü ve bugünü yazmalı.

Bazıları da yarını yazmalı.

Tehlikeleri, iyilikleri, sürprizleri yazmalı. Yazılan her şey bir okul, bir öğretmen, bir rehber...

Daha doğrular, daha iyiler, daha faydalılar için rehber...

Ben incindiğim olaylar yazarım. Bir başkası sevindiği olayları yazar.

Ben kötuleri yazarım, bir başkası umudunu, hayallerini, beklentilerini yazar.

Ben ihtiyaçlarımı yazarım, bir başkası sorunları, çözümleri yazar.

Ama mutlaka yazmalı.