Devlet-i Âliyye’nin siyonist ittifakının saldırı kumpasları sonunda çekilmesi ile birlikte o günden bu yana bu coğrafyalarda yaşayanlar soykırıma zulme uğruyor.
Adlarımız ne olursa olsun biz yüzlerce yıl, “Çokluk İçinde Birlik” olup, bir kıblede, bir kitaba iman etmiş, bir peygambere ümmet olmuş ve bütün insanlık ve tüm canlılar için, adaleti, güvenliği, refahı, hoşgörüyü ve salt adaleti hâkim kılmışız.
Üç kıta yedi iklimde hüküm süren Devlet-i Âliyye’nin yönetiminde, her dilden ve her dinden insanın; barışın, refahın, güvenliğin, adalet ve hoşgörünün hâkim olduğu bir düzende yaşadıklarına tarih şahitlik etti.
Devlet-i Âliyye’nin bu coğrafyalardan emperyalist ve siyonist ittifakının saldırı ve kumpasları sonunda çekilmesi ile birlikte o günden bu yana bu coğrafyalarda yaşayanların tamamı başta müslümanlar olmak üzere işgal, zulüm ve soykırım ile karşı karşıyadır.
“Emperyalist Haçlı ve Siyonist İttifakı”; bu coğrafyalarda cetvelle çizerek kurdurdukları devletçiklerin başına getirdikleri kukaları ile, yerin üzerindeki başta insan olmak üzere, ekosistemin her bir paydaşını, yerin altında olanların uğruna hayasızca, arsızca, vahşice, kana doymayan aç gözlü vampirler misali yok etmektedirler.
“Bu Şer İttifakın” miğfer güçleri gönül coğrafyamızda devşirdikleri “Mankurt” lar ile çeşitli adlarda kurdurdukları terör örgütleriyle, “Çayın Taşı ile Çayın Kuşunu” vurmakta, bunla da yetinmeyip göçe mecbur etmekte, yollarda ve denizlerde, öldürmekte, dahası çadır kampları bombalatıp bu toprakları insansızlaştırmaktadırlar.
Bu şer ittifakının baş aktörü olan ülke; daha dün halkını ve insanlığı hiçe sayarak, insanlık suçu işleyen yaratığın birini senatosunda ayakta alkışlatmış, sınırlarımızın dibinde bize karşı beslediği bir diğer terör örgütünün başına da NATO müttefikliği hukukunu çiğneyerek hava savunması vermiştir.
Bunların bütün hedefleri; tarihi kuyruk acılarının faili olarak gördükleri ve aynı zamanda “İslamın Son Ordusu Olan TÜRK’ü”, şehid kanları ile yoğrulmuş Anadolu’dan çıkartıp, Nazım’ın “Uzak Asya”sına geri göndermek, olmasa, Necip Fazıl’ın “Sakarya” sında boğup, tüm müslümanların ve mazlumların kalesi Türkiye’yi yok etmektir.
Ayrıştırılarak ayrı düşürtülen ve o günden bugüne “Sömürge ve Derebeyi Medeniyeti” nin vahşi temsilcilerinin kıyımlarıyla, zulümleriyle, soykırımlarıyla karşı karşıya olan “Millet-i Vahide”nin evlatları için tek çare; Ümmetin Kuvvetli Halat’ı olan Türk’ün Etrafında ‘Dilde-Fikirde-İşte’ bir olup, iri olup ve diri olmakla mümkündür!..
“Bunu benden duyunuz, ben ki evet Arnavudum...
Başka bir şey diyemem...
İşte perişan yurdum!.."
diyen Merhum Akif’in;
“Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.”
sözlerinin gereğinin yapılması; dedelerimizin kanları ile sınırlarını çizerek bize emanet ettiği bu vatanda yaşayan her birimizin ecdada borcu, istiklalimiz ve istikbalimiz içinde öncelikli şarttır.
Gönül coğrafyalarımızda; “La Kuvvete İlla Billah" olduğuna iman eden bütün kardeşlerimi, “Türkiye hem Türk dünyasının hem de İslam aleminin ümit ışığıdır. Bu ışığın sönmesi hem İslam aleminin hem de Türk dünyasının karanlığa gömülmesi demektir.” diyen, saygı ve rahmetle andığımız, Çeçenistan’ın Seçilmiş İlk Cumhurbaşkanı Şehid Cevher Dudayev’in sözleriyle en kalbi duygularımla selamlıyorum.