Fikri, ideolojik hareketlerde “hizip” olarak adlandırılan ayrışmalar ve çatışmalar potansiyel olarak vardır ve zaman zaman çok sert karşılıklı nefret ve ayrılıklar da vardır
Fikri ve ideolojik hareketlerin doğasında belli dönemlerde “hizip” olarak adlandırılan ayrışmalar ve çatışmalar potansiyel olarak vardır ve zaman zaman çok sert karşılıklı nefret ve ayrılıklara da sebeb olur.
Partilerin ve ideolojik örgütlerin içindeki “hizipler” iki ana başlık altında toplanabilir.
- Zaman ve gelişen şartlar içinde fikri temelli ayrışmalar ve grublaşmalar,
- Menfaat ve güç paylaşımında “yönetime” sahip olmak için ya da “yönetimde” etkin olmak için olan ayrışmalar ve grublaşmalar.
Siyasi ve ideolojik hareketlerde hizipler genellikle “zayıf lider ve zayıf yönetim kadroları” yüzünden ya da ciddi bir siyasi başarısızlık ve yenilgi sebebi ile ortaya çıkarlar.
Bizim gibi ülkelerde ise demokrasiye ara verilen “darbe” ve “ihtilaller” sonrasında sıklıkla görülürler.
Türk Milliyetçiliği hareketi de yüz yılı aşan tarihi içinde benzer “hizip” ve “çatışmaları” yaşamıştır.
Sol sosyalist hareketlerin tarihi aynı zamanda bir hizipler ve fraksiyonlar tarihidir.
Ülkücü Hareketin tarihinde ortaya çıkan “hizip” ve ayrılmalar genellikle darbe ve ihtilaller sonrasına denk gelir.
Ülkücü Hareket 12 Mart askeri darbesi sonrası ilk provakatif çatışmayı kısa dönemde olsa yaşamıştır. Tarihimizde ilk kez üzücü ve kanlı bir olay olmuştur.
12 Mart muhtırası sonrası Ülkü Ocakları Birliği ( derneği değil) tedbiren kapatılmıştı.
Partiler bu darbede kapatılmadığı için MHP faaliyetine devam etmişti. 1968 yılından itibaren Ülkü Ocakları Birliği ve Genç Ülkücüler Deneği adıyla faaliyet yapan, rahmetli Başbuğumuz Alparslan Türkeş liderliğindeki ülkücü gençler, 12 Mart sonrasında belli bir süre MHP Gençlik Kolları bünyesinde faaliyette bulunmuşlardır.
ABD-NATO güdümlü 12 Mart askeri darbesi, ABD ve emperyalizm karşıtı bağımsız sol-komünist hareketi 1971-1974 sürecinde soruşturmalar ve cezaevi sürecinde bir çok fraksiyona bölmeyi başarmıştı. Ecevit affı ile 1974 yılında cezaevlerinden çıkan sol-Marksist- komünist hareket sayısız fraksiyona bölünmüştü. Cezaevine girerken ABD ve emperyalizm karşıtı “sol-sosyalist-komünist” hareket, cezaevinden çıkarken artık faşizm karşıtıdır ve hedeflerinde de ülkücü gençlik vardır.
ABD-NATO güdümlü askeri yönetimin eline verilen ikinci plan da ise birlik içinde olan Ülkücü Hareketi bölmek vardı : Milliyetçi-Ülkücüler ve Türkçü-Şamanistler (!) olarak.
Tamamen kurgu ve bir plan dahilinde sahnelenen bu fitne kısa dönemde de olsa, 12 Mart sonrasının dalgalı siyasi ve ideolojik atmosferinde küçük mevziler elde etmeyi başardı.
Tarihimize “Biber Ali” olarak geçen Ali Balseven ülküdaşımızın Kurtuluş parkındaki kavgada istenmeyen bir kaza ile vefatı unutamadığımız ilk “provakatif hizip” sonrası yaşadığımız acı olaydır.
12 Mart darbesi sonrası MHP Gençlik Kolları bir türlü istikrarlı bir yönetime kavuşamamıştı. Hatırladığım beş başkan bir yılda çok kısa aralıklarla görev yapmıştı.
Ramazan Ceylan ( Mirzaoğlu), Gökhan Maraş, Hüseyin Kalkan (rahmetli)Yakup Gülnar, Turan Güven (rahmetli) ağabeylerimiz bu dönemde arka arka göreve gelmişlerdi.
Hiç bir dahli, müdahalesi ve ilgisi olmadığı halde rahmetli Atsız hocamızın ismini de bu karmaşık ortamda bu suni fitneye marka yapmaya çalışmışlardı.
Fakat Başbuğun 1973 yılında Ülkü Ocaklarını yeniden Muharrem Şemsek başkanla kurmaları ile bu fitne kısa zamanda bitirilmiş ve geriye dönük en ufak bir dışlama ve kırgınlık bırakmadan Ülkücü Hareket yeniden birlik içinde mücadelesine devam etmiştir.
Günümüze kadar bazen rahmetli Atsız hocamızın da adı öne çıkarılarak “seküler Türkçülük” çıkışları olmuştur. Fakat Ülkücü Hareketin müktesebatında referans bulamadıkları için Türk Milliyetçiliğinin siyasi mücadelesi içinde meşruiyetleri olmamıştır.
Ayrı kulvarlarda kısır çıkışlar halinde kalmışlardır.
Ülkücü Harekette ikinci ayrışma ve “hizip” yine bir darbe sonrası filiz vermiştir.
12 Eylül ihtilalinden iki yıl önce başlayan ve ihtilal sonrası Mamak Cezaevinde, bizzat ihtilal yönetiminin teşvik ve desteği ile ülkücülerin İslami hassasiyeti istismar edilerek yeni bir fitnenin ateşi yakılmıştır.
Maalesef bu fitne geri dönüşü zor ayrılıkların kaynağı olmuş ve MHP’nin bölünerek BBP’nin kurulması ile neticelenmiştir.
Bu ayrışma rahmetli Başbuğun dirayeti ve rahmetli Muhsin başkanın itidal ve disiplini ile Ülkücülerin arasında fiili bir çatışmanın olmasına ve ülküdaş kanın dökülmesine fırsat verilmemiştir.
Günümüze gelince, Başbuğ sonrası Bahçelinin döneminde ise parti içi bir hizbin oluşması son olaya kadar hiç bir zaman uç vermemiştir.
Çünkü Bahçeli, tasfiye ve ihraç mekanizmasını çok sert uygulayarak “siyasi partiler” kanununun kendisine verdiği avantajları sonuna kadar kullanmış, onun yetmediği yerde de “iktidar” ile işbirliği karşılığında “hukukun” zorlanması ile partideki otoritesini koruma yolunu seçmiştir.
Başbuğun parti içinde her dönem görülen farklı görüşlere rağmen hoşgörü ve müsamahasının sebebi çok basit ve açıktır.
O, öz güveni çok güçlü bir liderdir ve tüm ülkücüler onun yetiştirdiği evlatlarıdır. Kimi söz dinleyen, kimi yaramazlık ve bazen de haylazlık yapan evlatlarıdır onun gözünde tüm ülkücüler !
Hangi baba evlatları arasında bir tercih yaprak birini diğerine tercih ederek dışlayabilir ki?
Fakat Sn. Bahçeli ülkücüler ile abi, kardeş hukuku olan bir genel başkandı.
İktidar için kardeş katlini mübah kılan geleneğimizi hatırlarsak, Devlet beyin kardeşlerinin bir çoğunu MHP’nin kapısının önüne koyarak mirasa ortak istememesini daha iyi kavrarız herhalde.
Son olaya gelince halef selef iki Ocak Genel Başkanının adının söz konusu olduğu bir hizip çatışmasının varlığının izlerini görmekteyiz.
Bahçeli sonrasının makam ve mevki yarışı içeride yeni “hizipler” doğurmuş gözüküyor.
Mersin’de ki ülkücünün ülkücü ile silahlı çatışması sonucu birinin mezara diğerinin hapishaneye gittiği üzücü ve yakıcı olayın devamının izlerini son Sinan Ateş’in katledilmesi olayında bulunma ihtimali oldukça yüksek.
Bu son elim olayın gerçekleşmesine sebeb olan iklimi oluşturan ve içlerinde yaşları 65’i geçen onlarca abilerinin de olduğu ülküdaşlarını sopa ile cezalandıran dolayısı ile ruhsatlandıran yönetimin bizzat kendisidir.
Ülkücü Hareketin tarihinde Sinan Ateş’in katli diğerleri ile mukayese edilmeyen bir milat olacak ve ciddi sonuçları doğuracaktır.
Ülkü Ocakları Genel Başkalık görevi yapan veya yapmış olan bir ülkücünün cezalandırılmasına karar vermek ve bu eylemi gerçekleştirmek ya çok derin ve kurgusu iyi planlanmış iç ve/veya dış istihbarat örgütlerinin bulaştığı bir olaydır; ya da cehaletin ve lümpenliğin hakim olduğu bir teşkilat yönetiminin, sonuçlarını hesap edemediği bir olay ile karşı karşıyayız.
Olay sonrası MHP ve Ülkü Ocakları Genel Merkez yöneticilerinin suskunluğu üzerine komplo kurguları yapmak bence çok mantıklı olmaz.
Bu suskunluk, yetersizlik ile birlikte var olan seviyenin sebeb olduğu şaşkınlığın ve panik halinin bir sonucudur.
AKP ve İktidar makamlarının suskunluğu ise Devlet beye kendi iç meselesinde bir çözüm bulana kadar verilen bir süredir.
Ortağa yapılan bir nezaket jesti diyelim. Algı ile yönetilmeye alışılan bir toplumda olayın belli bir zaman sonra toparlanacağına inanmaktalar.
Ama ciddi yanılgı içindeler. Cinayet sonrası törenin, örfün, vicdanın, insanlığın gereğini yapmayan ve unutanları başta Türk Milliyetçileri olmak üzere halkımızın çoğunluğu unutmayacaktır.
Çünkü daha şimdiden bu olay Cumhur İttifakına büyük zarar vermiş ve kanayan bir yara açmıştır.
Olaydan sonra toplumu ve milliyetçi camiayı çıldırtan sessizlik, olaydan daha büyük bir kızgınlık ve nefrete sebeb olmuş ve Cumhur İttifakının ciddi oy kaybetmesinin kapısını açmıştır. Cinayetin sebeb olduğu siyasi kriz çok kötü yönetilmiştir. Ülkücü Hareket uzun süredir yaşadığı fetret sonrasında tehlikeli bir girdabın içine savrulmuştur.
Devlet beyin alacağı kararlar ve atacağı adım merakla beklenmekte. AKP kurmayları da ona göre vaziyet alacaklardır.
Tahminim bu olay Ülkü Ocaklarının faaliyetlerinin durdurulmasına ve geçici olarak kapatılmasına sebeb olacak ve olayın tarafları ve olaya bulaşanlar adalete teslim edilecektir. Mersin olayından sonra yapılması gerekirken yapılmayanlar ile alınması gerekirken alınmayan kararlar alınacaktır.
Aksi durum hareketin ciddi bölünmesine ve akan kanın durmamasına sebeb olacaktır. Bu durumun olma ihtimali cenaze sonrası sosyal medyada yağmur gibi çoğalan yayınlardan da açıkça görülmektedir.
Ülkü Ocaklarında teşkilatçılığı içe dönük mücadelede ve iktidar şemsiyesinin altında ucuz kabadayılık sananların ayağının dolaşması bir dönemin sonunun yaklaştığının işaretidir.
Bu yükü seçim öncesi ne MHP, ne AKP ve ne de dolayısı ile Cumhur İttifakı asla taşımak istemez, istese de taşıyamaz.
Hakkı Şafak SES