Köylülüğü sosyolojik bir kavram olarak kullanıyorum. İslamiyet konusunda sistematik fikir sahibi değil; sadece tepkisel; duygusal tepkileri.
Samimi bir Müslüman ama köylü. Burada köylülüğü sosyolojik bir kavram olarak kullanıyorum. İslamiyet konusunda da sistematik fikir sahibi değil; sadece tepkisel; Toroslardan, büyük şehre gelmiş bir yörüğün duygusal tepkileri.
Türkçü olduğunu söyler ama orada da köylü. Bir yandan Said-i Kürdi hayranlığına yaslanan Nurculuk, diğer yandan Türkçülük. Mandanın söğüt dalına yuva yaptığını gördüm ama böyle bir Türkçülük örneği görmedim. Çağdaşı olan Türkçü Nihal Atsıza da çok uzak ama Necip Fazıl ile arasından su sızmıyor, bazen de kavga ediyorlar.
Bu Toros köylüsünün İslamiyet konusunda sistematik bir fikri olmadığı gibi Türkçülük konusunda da düşünce adamı derinliği yoktu. Çıkardığı Serdengeçti dergisi de tam bir çorba; her kafadan ayrı bir ses çıkıyor. Ama üçü beşi dışında çoğunluğun ortak görüşü: Atatürk düşmanlığı, Cumhuriyet karşıtlığı. Hatta Atatürk’ün annesine ağır hakaretler içeren ve Atatürk’e isim vermeden “Piç” diye küfreden bir yazısı bile var.
Ömrünün son aylarında Doğuş Edebiyat dergimize ziyarete gelmişti. “Serdengeçti’de yayınladığınız ‘Piç’ başlıklı yazı sizin mi?” diye sordum kendisine. Böyle sordum çünkü yazının altında isim yoktu. “Evet ben yazdım” dedi. Böyle olduğu zaten belli idi. Ve ikinci soru: “Bugün aynı yazıyı yine yazar mısınız?”… Şöyle yanıt verdi: “Evet yazarım”. Anladım ki aradan geçen yıllarda Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığında hiçbir gerileme yoktu.
Düşünce yapısında tutarlılık olmadığı gibi siyasi çizgisinde de yoktu. Şimdi kısa bir özet sunayım:
Adalet Partisi’nden 1965 seçimlerinde Antalya milletvekili oldu. Bu Toros köylüsü aykırı bir tipti, bazen Nurculuk, bazen Türkçülük yapıyordu. Hep uçlarda geziniyordu. Gazeteciler bir gün sordu:
“Türkeş’in CKMP’sine geçme düşünceniz var mı?”
“Hayır” dedi ve ekledi “Yahu ben askerliğimi yapalı yıllar oldu, gidip de bu saatten sonra bir Albay’ın emrinde yat-kalk talimi mi yapacağım?”.
Böyle dese de AP’de tutunamadı ve ihraç edildi, 1969 seçimleri öncesinde MHP’den aday oldu.
Gazeteciler yine sordu:
“Hani, bir Albay’ın emrinde yat-kalk talimi yapmayacaktınız?.. Niye MHP’ye geldiniz?..”
“Bilmiyor musun oğlum, seferberlik ilan edildi.”
Türkeş’in Turancılığı ile Osman Yüksel’in “ümmetçiliği” çatıştı ve MHP’de tutunamayıp bir yıl sonra Türkeş tarafından partiden kovuldu. Bu kovulma olayını da hiç saklamadı, soranlara "Türkeş beni kovdu" diye ballandırarak anlatırdı.
“Seferberlik” sözünde de durmamıştı.
1972’de Milli Gazete’de köşe yazıları yazmaya başladı, ülkücü gençliğe “Turfanda milliyetçiler” diyerek laf çakıyordu. Fazla da ileri gidemedi çünkü diri bir ülkücü gençlik vardı karşısında.
1977 seçimleri öncesinde Selamet Partisi’ne girdi. Oradaki siyasi ömrü de bir yılı geçmedi. Bu ayrılışını şöyle özetledi:
“Hareketten Selamete, Selametten felakete”
Ülkücü Hareket’in 70’li yıllarında Osman Yüksel arazi olmuştu. MHP’den istifa etmişti ama Ülkücü Gençliğe de yakın durmadı.
Kendisini Said-i Kürdi’ye bağlı hissederdi ama 1965 seçimlerinden sonra Nurcuların affına hayır oyu kullandığı için Şule Yüksel tarafından hain ilan edildi. Nurcularla köprülerin atıldığı o yıllarda bir hoca sorar:
“Abi, siz Şule Yüksel Hanım’a, çok hücum ediyorsunuz, oysa o İslam’ı mükemmel olarak yaşayan bir Hanım…”
“O mükemmelin, bende çok açık resimleri var, plajlarda çekilmiş.”
“Abi, eskiden öyle olabilir, hidayete erdi kadıncağız…”
“Evet, verdi verdi, hidayete erdi …”
Ne Türkçüler, ne ümmetçiler, ne Nurcular, ne Ülkücüler, ne Milli Görüşçüler onu kendinden saydı; iki değil beş arada bir derede kaldı. Ömrünü böyle bir zikzaklar içinde tamamladı.
Siyasi zikzaklarının da bir önemi yok. Benim gözümde Atatürk düşmanlığı, Cumhuriyet karşıtlığı, Meclis’e kravatı beline bağlayıp girerek devrimlerle alay edişi hepsinden önemlidir. Osman Yüksel 1917 doğumludur yani Kurtuluş Savaşı yıllarının hikâyelerini büyüklerinden canlı olarak dinledi. Hiçbir yazsında Kurtuluş Savaşı ve Atatürk yoktur. Anadolu’da Türk kimliğini ayağa kaldıran Atatürk’ün çağdaşı olarak Necip Fazıl’la kol kola girip Atatürk düşmanlığı yapması, bu yüzden yargılanması, hapislerde yatması onun adına övünülecek bir durum değildir; utanç vericidir. “Osman Yüksel Allah için, din için hapislerde yattı” diyenlere de asla inanmayınız
Atatürk’ün Türkçülüğünü göremeyen Osman Yüksel’in Türkçülüğü ve milliyetçiliği de benim gözümde davul tozudur.