İlmek ilmek dokunan yüzeyde kayıp giden erozyon gibi kendi benliğimizden, toplumsal değerlerimizden uzaklaşıp, sonunda farklı bir yerlerde kendimizi buluyoruz
İlmek ilmek dokunan bir yüzeyde kayıp giden bir toprak erozyonu gibi kendi benliğimizden, toplumsal değerlerimizden uzaklaşıp, sonunda farklı bir yerlerde kendimizi buluyoruz. Öyle bir seviyeye geliyoruz ki kendi öz canlarımızı bile yitip gitmesine göz yumuyoruz, bu yazıyı candan içre yorulan ve kendini yalnız hisseden engin ruhlu insanlara aşağıda yer alan şiiri yazıyorum.
Ey Zincirlikuyu bağrında beni de bekler misin?
Bir feryadı figan içinde beni de besler misin?
Her yanımda bir yük, bir alçaklık, bir ihanet
Ne olur hüzünlenen kalbimle beni de kabul et
Gök, deniz ve yaşam
İçimdeki her bir sır, bir nizam
Ey zincirli kuyu sen de bana sabrınla dayan
Gafletteki dünyam, ne olur sende uyan…
Hayat yaşanacak çilelerin çok ötesinde
Zaman ve mekanın bir karış ötesinde
Yok artık bir yaşam sevinci belleğimde, sesimde
Ağlıyor her yanım bir ney sesinde
Ya rab yaşatmadığın daha ne kaldı
Ruhum acının dipsiz deryasına çoktan daldı
Ey Zincirlikuyu dipsiz, derin ve kimsesiz vicdanımın ışığı
Yürüyor sana doğru Abdulmuttalip’ ler o onurlu erler
Görmediğimiz hangi elem hangi kederdir
Yaşatmaktasın bu duyguları kaçıncı seferdir
Süleyman YÜKSEL