Başta kendisini ve tüm imkânlarını adayarak yurt edindiği topraklar üzerinde varlığı ve sürdürülebilirliği adına topyekûn birlikte mücadele etmesidir.

MİLLİ MÜCADELE HAREKETİ" kapsamındaki Milli Ekonomi Programı ve Kalkınma Seferberliğine dair 24.12.2021 tarihli yazımdan bir kesit;

Öncelikle bir milli seferberlik anlayışına sahip olabilmek adını milli seferberliğin tanımını yapmamız gerekir. Bir milletin maddi manevi tüm gücünü, devletinin ve halkının yararına sevk etmesi suretiyle başta kendisini ve tüm imkânlarını adayarak yurt edindiği topraklar üzerinde varlığı ve sürdürülebilirliği adına topyekûn birlikte mücadele etmesidir.

Peki, bu ihtiyaç hali neden doğmuştur? Tarihten ibret almayan millet için zillet tekerrürden ibarettir. Bizler bu mücadeleyi en son kurtuluş savaşımızda bir olarak birlik olarak verdik. Bilinen tarihimizin en eski metinlerinde dahi güç birliğinden, birlik olmanın öneminden istişare mekanizmasındaki akil kişilerden ve bilge yöneticilerden bahsedilir. Geleceği öngören, ilim ve bilimle donanımlı adaletli liderlerin tarih boyu edindikleri kazanımları onların geride bıraktığı ilim ve feraset dolu tecrübelerine kısacası özümüze sırt çevirdiğimiz vakitlerde geriledik ve yenildik.

Bugün yaklaşık yüz yıl öncesinden bizleri ikaz eden Atamızın emanetine sahip çıkamadığımız başlattığı ekonomik seferberliği zaman içerisinde politikacıların kirli emellerine esir düşmeleri neticesinde çizgisinden saparak milletin refahı yerine çeşitli menfaat odaklı kişilerin, toplulukların ve ülkelerin refahını sağlamak suretiyle onların esiri konumuna düştük.

Bugün yine Kurtuluş Savaşı mücadelesi verdiğimiz günlere geri döndük. Maalesef tarih daha hazin olaylar zinciri ile tekerrür ediyor. Artık ne yazık ki, neredeyse milli şuurumuzu da kaybetmek üzereyiz.

Ekonomik krize sebep olanları küresel yapılanma, İktidar sahipleri ve halk açısından değerlendirecek olursak:

Dünyada da rekabet koşulları tek taraflı olarak değişti. Bu değişimin merkezindeki küresel yapılanmayı destekleyen seçilmiş yöneticilerin yürüttüğü çeşitli ekonomik politikalarla, dış borçlanma, faiz, enflasyon ve kur bataklığında kısır bir döngü halinde devam eden ve küresel sermaye ortaklıkları olan bazı kesimlere hizmet eden menfi bir suni ekonomi modeli yaratıldı.

Küresel yapılanmaya doğrudan veya dolaylı olarak hizmet eden İktidar sahipleri öncelikle iktisat bilimi ve ilmini, bir kenara bırakarak milletin menfaatine olması gereken tüm mekanizmaları şahsileştirerek, ekonomi idaresinin tekelleştirilmesi sağladı.

Halkın ihtiyaç fazlası tüketime yönlendirilerek arz talep dengelerinin bozulması enflasyon, kredi faiz oranlarındaki artıştan kar elde eden kesimin ülke ekonomisi üzerinde hâkimiyet kazandırdı.

Devletin işletiminde olan tüm kaynaklar zaman içerisinde satıldı. Üretim yıllar içerisinde azaldı, şuanda ise neredeyse bitmek üzere. Haliyle dışa bağımlı bir halde tüketime alıştırılan halk, devletin gereksinimlerini yerine getirebilmesi için yüksek vergi, ceza ve hükümlere maruz bırakıldı.

Halk açısından üretimden çaresizce vazgeçmesinin yanı sıra kötü gidişatın sebeplerini sorgulamaması, birleşmemesi bireysel hareket etmesi sebebiyle yaşananlara göz yumdu.

Nihayetinde en son 20 yıl öncesi yaşanan kırılma noktasındaki ekonomik kriz seviyelerini artan oranda üzülerek izlemeye devam ediyoruz.

Tüm Bu Vaziyet Dâhilinde Çözüm Odaklı Yaklaşımlarımız,

Bundan yüz yıl öncesindeki benzer duruma yönelik yürütülen ekonomi devriminden ilham alarak, günümüz koşulları nazarında çağdaş bir anlayış çerçevesinde yeniden belirledik.

Atatürk ve milletimizin 10 yılda gerçekleştirdiği ekonomik devrimler neticesinde ekonomik istikrar, bağımsızlık, kaynakların doğru yönetilmesi, iktisadi ve politik açıdan yatırımların devlet yönetiminde ve denetiminde olması, üretime yönelik sürdürülen politikalar neticesinde sıfır enflasyon ve gelişen istikrarlı bir Türkiye Modeli hayat bulmuştu. Kısmen kapalı, üretim ve planlı ekonomi sistemi ile yalnızca toprak bağımsızlığının yeterli olmadığını bunun yanında muhakkak ekonomik bağımsızlığın da sürdürülebilmesi gerektiğini anlattı, bizzat uyguladı ve tarihe yepyeni bir iz bıraktı.

Atatürk'ün iktisat siyasetindeki ana hedef ise hiç kuşkusuz ekonomik kalkınma idi. Bu kalkınma ne dış borçla ne de karşılıksız para basımıyla gerçekleştirdi. Para değerinin istikrarı öncelikli olarak korundu. Enflasyon eğilimlerine taviz vermeden, yarı kapalı ekonomi sistemi ile planlı olarak yeni kaynaklar, hammaddeden, mamule üretim alanları ve faaliyetlerini hayata geçirdi.

Bizler ise bu aşamada tarihi okumalarımızın üzerinde titizlikle çalışarak, sanayi, ticari, tarım ve hayvancılık alanlarının yanı sıra turizm alanlarında yapılacak devrim politikalarımızı geliştirerek ekonomik ilkeleri belirledik.

Şimdi ana hatları ile belirlediğimiz ilkeler Atatürk’ün Milli İktisat Anlayışı ışığında Milli Ekonomi Seferberliğimizin temelini oluşturmaktadır.

1) Türk Lirasının Değerinin Korunması

2) Anti-Enflasyonist Para-Kredi Politikası,

3) Gerçek Kamu Kaynaklarına Dayanan Denk Bütçe Politikası,

4) Devalüasyonsuz Dış Ticaret Politikası,

5) Ulusal Kaynakların Etkin Kullanımını Sağlayan Planlı Kalkınma Politikası.

Bu şekilde yürütülen ve başarıyla uygulanan anti-enflasyonist bütçe ve para politikasıyla iç fiyatlarda ve paranın değerinde tekrar istikrar sağlayacaktır.

Ayrıca, amacımız Devletin ekonomideki düzenleyici işlevinin önemini arttırarak, ekonomik yaşamın sağlıklı işlemesinde önemli bir rolü olduğu gerçeği ile birlikte, Milli Sanayileşme ve Ticaret Faaliyetlerini geliştirmeyi, özel girişimleri denetlenebilir çerçevede korumak, mülkiyet haklarına saygılı bir ekonomik düzeni, yasal çerçevesi ve kurumlarıyla oluşturmak ve kökleştirmektir.

Kalkınma planlarımızın temel amaçlarından, ithalatı minimuma indirerek, devletçiliğin iktisadi düzlemdeki görümünü etkin kılarak modern karma ekonomi anlayışı ile üretim ve istihdam ağırlıklı bir model geliştirmektir. Devletin işleyiş mekanizmalarındaki önemli unsurlardan vergilendirme sisteminde modern dünyada eşi benzeri görülmemiş bir mutlak adalet çerçevesinde değişim ve gelişimle ek kaynak sağlamak olacaktır.

Ekonominin gerekli alt yapısı hazırlandıktan sonra, kalkınma sürecine uluslararası piyasa ekonomisinde yerini alacak, devletçilik anlayışı ile yürütülecek kısacası devlet öncülüğünde, denetiminde ve garantisinde bir kalkınma modelidir.

Tam Bağımsız, Müreffeh Bir Türkiye İdealinin gerçekleşmesi ve bir ekonomik modelin başarısı, o ülkede yaşayan insanların refah düzeyinin yüksekliği ile değerlendirilir. Dolayısı ile ülkede yaşayan halkın genel manada refah düzeyi yüksek ise ekonomik model başarılıdır denilebilir.

Birlikte Atacağımız Adımları Programımızda da Yer Aldığı Gibi Şu Şekilde Sıralayabiliriz;

1- Üretim ekonomisi sosyal örgütlenme biçiminde hayata geçirilecektir.

2- Türkiye dokuz bölgeye ayrılarak mal ve hizmet üretimi anlamında bölgesel projeksiyonlar hazırlanacak.

3- Bölgeler bazında üretilecek olan mal ve hizmet ile alakalı hazırlanan projeksiyonlar doğrultusunda sektörel bazlı ihtisaslaşmalar sağlanacaktır.

4- Bölgeler bazında ihtisaslaşmalar neticesinde sosyal örgütlenmeler hayata geçirilecek.

5- Türkiye satında bölgelerdeki sosyal örgütlenmelerin çalışmaları kendi aralarında sektörel bazlı entegrasyonları sağlanacak.

6- Dünya çapında mal ve hizmet odaklı stratejik alanlar belirlenip bu stratejik alanlarda ihracat açısından örgütlü bir biçimde ticaret ağı oluşturulacak.

7- Cari açık oluşturan ithalata yönelik kalemler yurt içinde üretimi sağlanmak suretiyle cari açık bir yönüyle düşürülecek.

8- Yabancı yatırımcının Türkiye’ye gelmesi ile ilgili siyasal, yapısal ve bürokratik sorunlar ortadan kaldırılacak.

9- Yabancı yatırımcıların, Türkiye’deki girişimcilerle birlikte hareket etmeleri sağlanacak şekilde, devletin kurumları arabuluculuk ve garantörlük vazifelerini üstlenecektir.

Rakamsal veri ve analizleri bir kenara bırakarak daha anlaşılır bir şekilde değerlendirme yaptığımızda ortaya çıkan sebep ve sonuç ilişkilerini ve çözümlemelerimizi kısaca bu şekilde izah edebiliriz.

Saygılarımla,

Güneş Altuner