Yaşar Duru / Türkü Şehir Şanlıurfa

O’nun “Yar içerden” mısraı ile başlayan hoyratının da benzer bir hikayesi anlatılır Urfa’da. Hangi eşiyle ilgili olduğu pek bilinmez ama, hoyratın dillere düştüğü yıllara bakılırsa, büyük ihtimalle ikinci eşi Zeliha hanım ile aralarında geçen bir olay üzerine söze ve ezgiye dökülür.
Sebep yine sabahlara kadar devam eden musiki meclisleri, alkol ve eve geç gelmelerdir. Bir kış gecesi, geç vakitlere kadar içer ve çalıp söyler Mukim Tahir. Haliyle sabaha doğru değer eli sokak kapısının tokmağına. Gelin görün ki cevap gelmez içerden, ne bir ayak sesi, ne bir nefes çalınır kulaklarına. Bir daha, bir daha vurur tokmağı olanca gücüyle. Geceyi bu anın planlarını yaparak uykusuz geçiren Zeliha Hanım, kapının arkasındadır. Ama, duymazdan gelir. Tahir’i kapıda bekletmeyi, hatta sokakta bırakmayı aklına koymuştur iyice. Mukim Tahir kış sabahının kuru ayazında tir tir titreyerek, kapıyı yumruklayıp ” kapıyı aç” diye seslenir defalarca ve her defasında sesini bir perde daha yükselterek. Zeliha hanım:
“Her gece geç geliyorsun, yeter artık senden çektiğim, kapıyı açmayacağım” benzeri birkaç söz söyler kapının arkasından. Tahir hatasının, günahının, noksanının farkındadır elbette. Hanımını yumuşatmak için havanın soğukluğundan, donmak üzer olduğundan söz edip dil dökerse de, Zeliha hanımın inadını kıramaz. Sounda elindeki en etkili silahı kullanmak zorunda kalır Tahir. Kapının karşısına çömelir, sazını çıkarır ve usul usul perdelerde gezdirmeye başlar usta parmaklarını. Soğuğu, karı ve kışı; sıcağa, güneşe, yaza çevirecek o sımsıcacık, içli ve yanık sesiyle:

Yar içerden,
Yar bağrım, yar içerden,
Gözüm kapıda kaldı,
Çıhmadı yar içerden.

Hoyratını okur makamınca. Bir yandan Tahir’in içli sesi, diğer yanda en nahif kelimelerle kendisine gönderilen sitemler; deyim yerindeyse elini kolunu iki yanına düşürür Zeliha hanımın. Gözlerinden boncuk boncuk yaşlar boşalır; severek evlendiği erkeğin sokakta kalıp kapı önünde boyun bükmesine gönlü razı olmaz:
“Tahir, bu hoyratın tekini söylersen, seni o zaman içeri alırım” der.
Mukim Tahir’in hali de hanımından farklı değildir. Hatasını bilen her insan gibi içi kan ağlamaktadır. O karmaşık ruh halini:

Sürme beni
Çek göziye sürme beni
Kapida kul olmuşam
Küsüp de sünme beni

Hoyratıyla anlatır, o anda ve oracıkda. Hanımı daha fazla dayanamaz, bu yanık sesin yalvarıp yakarışına. Bir dahaki gece ve belki her gece geç geleceğini bile bile, yaşlı gözlerle kapıyı arala ve içeri alır Mukim Tahir’i. 
Kendi elleriyle boynuna astığı “amca katili” yaftası, mahkeme ve hapishane günleri ve bu facialar karşısında o yılların çaresiz hastalığı vereme yakalanarak bu dünyadan göçen eşinin acısı Mıkım Tahir’in hayatını alabora eder.
İkinci evliliğini Zeliha hanımla yapar. Bu evlilikten de çocuğu olmayınca mutsuzluğu ve huzursuzluğu giderek derinleşir. Onların, yüzlerin ve kalabalıkların arasında kendini yalnız hisseder. Yuvasız kuşlar gibi nerde sabah orda akşam yaşamaya başlar.Çalışıp kazanmadan varını yoğunu sefahat alemlerinde ve içki masalarında harcar durur bozuk para gibi.
Hazıra dağ dayanmaz, derler ya, öyle olur gerçekten. Yokluk-yoksulluk daha fazla beklemez; çalar kapısını Tahir’in en olur olmaz yerlerde. Elinde altın bileziği de yoktur. Zaman zaman Urfa’yı terkedip gözlerden kaybolur utancından. Suruç ve Akçakale’de kalır bir süre. 
Geçimini sağlamak için değişik işlerde çalışır. Gün gelir, hamam işletir. Gün geçer dayısının Haşimiye Çarşısındakı fırınında çalışır. Hiçbir işte sebat etmez, edemez. Bir müddet sonra bıkar, karına zararına bakmadan bırakır herşeyi. İşinden, aşından, hatta eşinden bıkar. Fakat müzikten bıkmaz, kopmaz, kopamaz. Yaz aylarında Anzılha Parkı’ndaki gazinoda sahneye çıkar.
Mukim Tahir Urfa’nın yetiştirdiği en ünlü bestekar ve ses sanatçılarındandır.
İçli, yanık, yumuşak fakat gür ve tok bir sesi vardır. Güçlü sesi ve özgün gırtlak nağmeleri kadar, farklı ve etkileyici yorumuyla da büyük bağeni toplar. Bu yönüyle tek başına bir müzik ekolü oluşturur.

Tenekeci Mahmut Güzelgöz usta, Mukim Tahir’in müziğe küçük yaşlarda merak sardığını söyler. Kör Ahmet Hafız, Cürre Mehmet gibi Urfa’nın ünlü musiki ustalarından dersler aldığını; icracı tavrının özgünleşmesinde ve yaşadığı dönemin en iyi gazelhanı olmasında hocası Cürre Mehmet’ tin rolü büyük olduğunu nakleder.
Urfa ağzını çok iyi kullanan Tahir Oturan, henüz gencecik bir delikanlıyken bölgenin en ünlü halk musikisi icracıları arasında yer bulur. Urfa’nın ünlü icracıları Damburacı Derviş, Hacı Nuri Hafız, Kel Hamza, Bekçi Bakır, Topal Abo, Marangoz Mehmet, Kanuni Ayıbo, Kurrik Mahe, Vaveyli Mustafa Çavuş gibi ustalarla birçok meşk meclislerine katılır. Musikinin icra edildiği her ortamda sesi, yorumu ve sesini kullanmada gösterdiği ustalıkla göz doldurur.
Müziğin her alanında ve formunda; Halk müziği veya Sanat müziği gibi bir ayrım yapmadan; şarkı, türkü, ilahi, gazel ve hoyratları geleneksel makam seyri içinde icra eder.
Mukim Tahir’in ilk ses kaydı Türk halk müziği eserlerini derlemek amacıyla 1938’de Urfa’ya gelen Muzaffer Sarısözen tarafından gerçekleştirilir. Sarısözen, Mukim Tahir’den Çarşıda nişe, Havayi deli gönül, Bu pınar eşme pınar türküleri ile Abdonun Mezarı isimli uzun havayı derleyerek kayda alır. 
1939’da, belki de Hamza Şenses’in başına gelen felaketten ders çıkararak, Tenekeci Mahmut ve Nuri Hafız’ın desteğiyle içkiyi bırakır. Her iki dostuyla birlikte mevlidlere gitmeye başlar.
1941’de bir süre Halkevi Kahvehanesini çalıştırır. Burada da müzikle iç içe olur; bir koro oluşturarak konserler verir. Ancak bütün bunlar ruhunu doyurmaya kafi gelmez Mıkım Tahir’in. Varlıktan yokluğa düşmeyi içine sindiremez bir türlü. Bu arada, Tahir hayatını değiştirebileceği büyük fırsatlar da yakalar, ama ne yazık ki gereği gibi kullanamaz.
1941’de Urfa’ya gelerek sesini ve tavrını dinleyen Ataki Candan’ın teklif ve öncülüğünde Sahibinin Sesi Plak firmasıyla bir anlaşma yapmak imkanını yakalar.
Araban Gazel ve Elleri Pambuh isimli türkünü okuduğu ilk plağının piyasaya çıkması ile birlikte Mukim Tahir’in ünü Urfa sınırlarının dışına taşar. Sahibinin Sesi Plak firmasına bir (Yaram Sızlar-Kırmızı Kurdelem) 1943’te, diğeri (Ayağında kundura- Kapıyı çalan kimdir) 1945’te olmak üzere iki plak daha doldurur. Geleneksel mahalli musiki meclislerinden İstanbul’un en gözde eğlence mekanlarından Tepebaşı Gazinosu’na geçerek sahne alması yine bu dönemde gerçekleşir. Sarısözen ile tanıştıktan sonra Ankara Radoyusu’nun kapıları da arkasına kadar açılır.