12 Mart 1997 günü uğurladık Galip ağabeyi ahirete !..
12 Eylül darbesinden 39 yıl, Galip abinin vefatından bugüne 22 yıl geçmiş.
Bizim nesilde ya eliyle, ya sözü ile ya da kalemi ile dokunmadığı “Ülkücü” yoktur.
Milli ve milliyetçi bir adamdı.Ülkücüleri çok severdi ve sevdiği kadar da onlar adına “kendilerine” verecekleri zarardan çok korkardı.
“Siz ülkücüleri tek tek çok seviyorum.Fakat bir araya gelip “teşkilat” olunca sizden korkuyorum.O zaman siz başka bir şey oluyorsunuz”, derdi rahmetli.
Sizlerle bu gün Rahmetli Galip ağabeyin beni beyin fırtınalarına savuran, bugüne de iz düşürebileceğimiz ibretlik bir yönünden ve çizgisinden bahsetmek istiyorum.
Cezaevinden yeni çıkmıştım.Hemen görüşmeyi sabırsızlıkla beklediğim listemdeki isimlerin başında geliyordu.
Hem teşekkür edecektim hem de bir sorumun kısaca cevabını isteyecektim.
İlk fırsatta Ankaraya geldim.Adem Yavuz sokaktaki Av.Şerafettin Yılmaz ağabeyin avukatlık bürosun da buluştuk.
Elini öptüm.Gerek ailem için, gerekse cezaevi sürecinde hepimize yaptığı karşılıksız fedakarlıkları için teşekkür ettim.
Ve hemen sorumu sordum.Hiç bir şey anlatmasına ve hasbıhale fırsat vermeden.
-Abi ne oldu? Kahraman Ordumuz ve Kutsal devletimiz ? Başımıza gelenlerin kısa cevabı lütfen.
Beni yakından tanırdı.Soruyu neden sorduğumu çok iyi biliyordu.
Hiç hikayeye girmeden direk kısa bir açıklama yaptı.
“Bak Hakkı abi (o hepimize “siz” benden çok bilirsiniz anlamında bu hitapla latife yapardı), sana işin özünü anlatayım.Zaten avutulacak yaşıda geçtin, başından geçenlerden sonra hikaye dinleyecek adamda değilsin.
“Siz ülkücüler 1975 yılına kadar “Devletin” dost kuvvetleri safında idiniz. Fakat 1977’den sonra işler değişti.İktidar ortağı oldunuz.16 Milletvekili ile 5 bakanlık aldınız.Bir yandan sokakta mücadele ederken bir yandan da o güne kadar alışık olunmayan uygulamalarla, “bakanlıklarda” efsane olacak işler yaptınız.Ve -biz “devleti” yönetiriz, onu istiyoruz dediniz- ve ÇİZMEYİ AŞTINIZ. Bunu başınızda ki Türkeş’le yaptınız.İşte 1977’den sonra bu yüzden “devletin” dost kuvvetleri olmaktan çıktınız, “hedef örgütler sınıfına” girdiniz. Bu “devletin kudretini elinde tutan, gerçek irade sahiplerini görmediniz.Ellerinden alırız sandınız.Çok hızlı büyüdünüz, güçlendiniz ve 1946’dan beri kurulan otuz yıllık düzene çomak soktunuz.işte sorunun cevabı bu.Biz bunu Sn.Türkeş’e de anlatmaya çalıştık ama olayların hızı ve geri dönülmez noktaya sürüklenmesi fırsat vermedi.Ve Türkeş’ten başka hiçbir siyasi bu çarkı kırmaya cesaret edip fırsat kollamadı.Ama olmadı.Artık bundan sonra olması daha da zor.”
Sustum.
“Tamam abi.Şimdi taşlar yerine oturdu.
İdamlar, cezaevlerinde görülen işkence ve zulümler, hergün sabah akşam job yağmuru altında sayımlarda, “Türk askerinden” yediğimiz dayaklar ve diğer yaşadıklarımız hepsi .Hepsi bir anlam kazandı.”
Çayımızı içerken sordu.”-Şimdi ne yapacaksın evlat” dedi.
Derin bir nefes aldım.
“Manisaya döneceğim.Torunlarının sünnetini yağacağım”. “Sonrada, Başbuğ yakında hepimizi çağıracakmış.Her halde bir şeylere karar verip yürüyeceğiz” dedim.
Güldü.”Sen söylediklerimi iyice düşün ve boşlukları doldur.Başbuğunun söyleyeceklerini iyi anla.Allah yolunu açık etsin.”dedi, beni uğurladı.Sonra zaman zaman buluştuk, konuştuk.
Galip ağabey o gün, kutsallaştırarak çok çok övdüğümüz “devletimizi”, “nicelik” yönüyle değil, “nitelik” yönüyle sorgulamamamızın bedelini ödediğimizi söylemiş ve “Ülkücü hareketin” önünde ki gerçek engeli, çeldiriciyi ve “hedefi” olduğumuz, niteliğini sorgulamadığımız “devleti”; “hedefimize” koymadan onu irdeleyip kavramadan , bir işe yarayamayacağımızın ve başarılı olamayacağımızın ibretlik nasihatını vermişti.
Yıllar sonra “vasat akıllı devlet” tanımını bana yazdıran uyanış, işte o gün Galip Ağabeyin bana söyledikleri sebebi ile olmuştur.
O bir devlet görevlisi idi.MİT hukuk masasında görevliydi.Oradan emekli oldu.
Bir Türk Milliyetçisi olarak “Türk Devletinin bekası” onun için her şeyin üzerinde idi.
NATO’nun ve Batı ittifaklarının, Sovyetler karşısında “Türk Devletinin”, “bekası”için vazgeçilmez olduğuna inanan nesilden idi.Önceliklerinde “Ülkücülerin iktidarı” olsa bile, ondan bir adım önce “Sovyet tehditine karşı”, “devletin” ittifaklarından vazgeçemeyeceği gerçeğinin farkında idi.
Ve bu güçlerin Türkiyenin yönetimini “Ülkücülerle asla bölüşmeyeceğini de”çok çok iyi biliyordu.
Ve yanılmadı da. 1997, 2002 ve 2006’da MHP kongreleri ve 22 yıldır yaşadıklarımız ve halen devam eden süreç hala “ÇİZMEYİ AŞMA” ihtimalimizden dolayı engellenmeye devam ediyor.
Galip ağabeyin MİT mensubu olması bizim nesli hiç rahatsız etmemiştir.
Devletin güvenlik birimlerine düşmanlık bizim zaten mayamızda yoktur.
Devletin tüm kademelerinde, daire başkanı, genel müdür ve müsteşar koltuklarında bir ülküdaşımızın oturmasını nasıl ister ve arzu edersek, MİT’te de bir ülküdaşımızın, bir Türk Milliyetçisinin görevli olmasını ve yetkili koltuklarda oturmasını ister ve bu durumdan ancak güven, mutluluk ve gurur duyarız.
Fakat nasıl ki göz bebeğimiz olarak gördüğümüz “Türk Ordusunun” muhtıra ve darbelerle sivil siyasete müdahalesine karşı isek; devletin güvenliğinden sorumlu ‘bürokrat’ aklının, kendi görevleri dışında, elindeki güç ile, “ülkücülerin” devlete saygı ve sevgisini istismar ederek “Türk Milliyetçilerinin” siyasi gücünü yönetme istek ve hamlelerine de karşı olmalıyız.
Bugün yaşadığımız travma ve savrulmalarımızın en önemli sebebi işte bu zaafımız ve “fikri pratiğimizde” ki bu boşluktur.
Dün CHP’nin yanında, paralelinde dur derler durursun, bugün AK Partinin yanında dur derler durursun.Bölünmeniz lazım derler bölünürsün.
Evet rahmetli Galip abinin dediği gibi, “bizleri tek tek çok sevebilirler ama bir araya gelmemizden ve teşkilatlı olmamızdan Galip abinin dediği gibi korkuyorlar.”
Sen inandığın gibi, bir görev adamı olarak son nefesine kadar şuurlu yaşadın Galip abi !..
Mekanın cennet olsun.Allah rahmeti ile kucaklasın.