Türkiye ile Azerbaycan arasındaki kardeşlik ebedidir ve hiçbir gücün, hiçbir otoritenin, hiçbir fitnenin bu kardeşliği bozmaya gücü yetmeyecektir. Ancak her iki kardeş devlete ve millete düşen görev; fitnelere, komplolara alet olmamak, yangına körükle gitmemektir. Daha da önemlisi kardeşliğimizi zedeleyecek, derin yaralar açacak kararlardan ve uygulamalardan kaçınmaktır. Çünkü bazen verilen yanlış bir karar, milletlerin yüreğinde derin acılar bırakmaktadır. Ve bu acıların telafisi mümkün değildir. O nedenle tarihten ibret almak gerekir. Yakın tarihimizin yürek yakan acı hatıralarından biri Boraltan Köprüsü faciasıdır. O dönemdeki siyasi otoritenin vermiş olduğu karar, hem Türkiye hem de Azerbaycan halkının yüreğinde silinmez acı bir iz bırakmıştır. Peki neydi Boraltan faciası:
“Boraltan Köprüsü Katliamı ya da Boraltan faciası, Türkiye'ye sığınan 187 Azerbaycan kökenli Sovyet askerinin 1945 yılında mütekabiliyet ilkesi çerçevesinde Sovyetler Birliği'ne iadesi sonrası yaşanan katliamdır. Türkiye de Sovyetler'den mütekabiliyet esasına dayanarak Sovyet topraklarına iltica etmiş olan bir subay ve iki erini istemişti. Sonuç itibariyle, dönemin Sovyet Hükümetinin Türkiye’ye savaş açma riskinden korkan Milli Şef İnönü’nün emriyle Rus askerlerine teslim edilen soydaşlarımız sınırın öte yakasında kurşuna dizilmişlerdir. Bu soydaşlarımızın bir kısmı yolda firar etmişlerdir. Hükümetin emrini yerine getirmek zorunda kalan serhattaki Türk karakol komutanı ise vicdan azabından intihar etmiştir. Olanlardan habersiz Türk halkı ise bu acı olayı öğrendiğinde yüreğindeki acıyı ve üzüntüyü ağıtlara dökmüştür!”
Boraltan Katliamı zaman zaman siyaset ve devlet adamlarımız tarafından da gündeme getirilmiştir.
Mesela ; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Eylül 2012 tarihinde AK Parti Genel Merkezi’nde genişletilmiş grup toplantısına katılmış ve burada yaptığı konuşmada Suriye’de yaşanan olaylara ve Suriye’den Türkiye’ye sığınanlara değinmiştir:
“Bizim geleneklerimizde misafir kutsaldır. Zamanında Osmanlı elçisi dahi sığınmacıların iadesini isteyen hükümdarlara ‘Onlar bize emanettir. Onları size veremeyiz’ demişlerdir. Ancak CHP’nin bugün Suriye’den sığınan mültecilere takındığı çirkin tavır kendi tarihinden de tekrarlamıştır.
CHP’nin on yıllar boyunca üstünü örtmeye çalıştığı bu olay maalesef gerek Türk gerek Azeri tarihine acı bir hatıra olarak kazınmıştır. 1945 yılında 146 Azeri aydın Stalin zulmünden kaçıyorlar. Türkiye’ye sığınıyorlar. Azeriler öz kardeşlerinin yurduna gelip kucaklaşıyor. Stalin Türkiye’den bu Azerilerin derhal iadesini istiyor. Sınırdaki karakola telgraf çekiliyor ve mültecilerin iadesi isteniyor. Karakol komutanı emri defalarca teyit ettiriyor. Ancak CHP hükümetinden emir geliyor. Durumu anlayan Azeriler lütfen bizi siz kurşuna dizin kendi bayrağımızın altında bizi öldürün diyorlar. Ancak Ankara’dan gelen emir net. Boraltan köprüsünü geçen aydınlar, elleri bağlanmış olarak infaz ediliyor. Karakol komutanının bu elim manzara sonrasında intihar ederek canına kıydığı söyleniyor!”
Ne kadar ibretlik bir hadise değil mi?
Bize düşen geçmişten ders alarak, bu tür acı olayları bir daha yaşamamak. Kardeşlerimizi küstürecek yanlış kararlardan ve uygulamalardan kaçınmak. Çünkü bu tür yanlışların telafisi mümkün olmuyor!
Sınırda katledilen mazlum soydaşlarımızın acı hatırası, Azerbaycanlı şair Elmas Yıldırım’ın dizelerinde şöyle ölümsüzleşmiştir:
DÖNEK KARDEŞ
Anayurda sığınıp, sonra Ruslar’a teslim edilen ve kızıllar tarafından hudutta makineli tüfekle biçilip öldürülen 187 kardeşimin aziz ruhuna.
Türk denince özü sözü mert olur,
Dost deyince ayrılmaz bir fert olur,
Kardeş deyip dara düşsem, sığınsam,
Şimden geru bu bana bir dert olur.
Ben ne diyem bu vefasız dağlara,
Öz kardaşı dönek olan ağlara!
Türk; o Altayların dünkü eri mi?
Yolunda can koydum, verdim serimi,
Düştüğü ağlardan kurtulsun diye,
Serdim ayağına doğma yerimi…
Kardaş armağanı, dökülen kanlar,
Bana mükâfat mı giden kurbanlar?
Ben diyorum, Kayıhan’dır soyumuz,
Bir kaynaktan varlığımız, boyumuz,
Dilim dili, yolum yolu, emel bir,
Bir bayrakta, yıldız’ımız, ay’ımız.
Azerî, Türk, Türkmen; var mı ayrılık,
Nerden doğdu bu imansız gayrılık?
Alnımın yazısı, karadır kara,
Karadan bir mendil yolladım yara,
Yol uzun, el uzak, yetişmez eller,
Türklüğün kanayan kalbini sara.
Felek kıymış beslenen bu dileğe,
Lânet Türk’ü hançerleyen bileğe.
Bir suç mu düşmana göğüs gerdiğim?
Günah mı Türklüğe gönül verdiğim?
Rusların açtığı yaradan derin,
Anayurtta öz kardaştan gördüğüm.
Seslenseydim, ses çıkardı her taştan,
Ne beklersin sağırlaşan bir baştan.
Kaçtır, eli kanlı çıktı oyundan,
Ne bilem, kahpelik varmış soyunda,
Girdiğim öz yurttan döndürülürken,
Kanımın aktığı sınır boyunda
Açan lâlelerden bir çelenk örsem,
Türklük dünyasına armağan versem.
Elmas Yıldırım