ATILIM VE ÂTIL-IM

Sana İthaftır Korona

Deneme*

Sizlere, dilin dil ötesi işlevi ile “dil bilgisi” anlatacağımı düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Atılım ve âtılım kelimelerinin ne mânâlara geldiği, bu kelimelerin karşılığı olan kavram veya durumlar hakkında bir bilgilendirme yazısı yazacağımı da zannetmeyin. Benim yapmaya çalıştığım, olsa olsa Cemil Meriç’in “jurnal” dediği şey olmalı.

Yine yanıldınız: Adı geçen düşünürümüzün edebiyat alanına kazandırdığı iki ciltlik jurnal (deneme ve / veya günlük) yazı türüne benzer kapsamlı bir yazıyı kaleme alma sevdası ile işe başlayıp böylesine uzun soluklu bir eser de sunamayacağım sizlere. Zaten ben, bu büyük düşünce adamının yazdığı esere, değil yakın bir eser yazmak, eserine nazire bile yazamam. “Jurnal” kelimesini bir yazı türünü anlatmak anlamı yerine, kendi iç hesaplaşmasını sesli yaparak kendisinden haber vermek isteyen dostuma yazım aracılığı ile yardımda bulunmak anlamında kullanıyorum. Cemil Meriç de eserlerinin hemen tümünde bütün çıplaklığıyla kendi iç dünyasını bizlerle paylaşma yürekliliğini gösterdiği için “Eserim, kendimden haber veren bir jurnaldir.” dememiş miydi? Ben sadece, kendimi o dostumun yerine koyup onun haberini sizlere ulaştıracağım. Belki benim anlatışımdan daha etkili bir biçimde, arkadaşımın iç beni ile dış beni birbirleriyle haberleşecek ve birbirlerini dış dünyaya birlikte jurnalleyecekler.

Bu haber verişe vesile olmakta, düşünce adamımız ölçüsünce yürekli, yetenekli ve donanımlı olmadığımın farkındayım. Ama en azından, “kendimin ve kendim gibi olduklarına hiç şüphemin bulunmadığı dostlarımın farkındayım” ve bu yüzleşmeye istekliyim.

(Dostumun bu yüzleşmesi, hem bana hem sizlere kendimizle hesaplaşma ya da helalleşme fırsatı verir. Ne dersiniz?)

Dışavurum sırasında ne kadar başarılı olacağımı, doğrusu, ben de sizler kadar merak ediyorum. Üstelik, ben sizlerden fazla olarak, dostumdan gerekli izni koparıp da bu yazımı bir gün sizlerle paylaşıp paylaşamayacağımı da merak ediyorum…

***

Ve nihayet, dostumun anlattıklarını sizlere aynen nakletmem için dostumdan beklediğim izin çıktı:

(O’nu, o günü ve olanları karmaşık da olsa anlatma maratonum başlıyor.)

***     

İçerilerden Bir Yerden Gelen Ses:

Görüyorsun ya Memnune (anlaşıldığı üzere Memnune benim can dostumun adıdır), hep kelime ve kavramlara takılıp kalıyorsun. “Bir insanın kelime hazinesi ne kadar genişse iç dünyasını çevresine anlatma kabiliyeti o kadar güçlüdür”, derler. Biliyorum, kelimelere ve kelime anlamlarına her zaman büyük bir zaafın vardı. Ama bu kadarı da fazla; uzunca bir süredir atılım, âtılım ve jurnal deyip duruyorsun! Biz, hiçbir şey anlamadık. Ya o çok geniş olduğu ile övündüğün kelime hazinenin yardımıyla “ne anlatmak istediğini?” yazar gibi olamasa da “adam” gibi anlatırsın ya da bu bahsi kapatıp ebediyen susarsın. (Arkadaşım bana mı sesleniyor acaba? Size de mi öyle geldi?)

Akıl:

-İnanamıyorum, inanamıyorum!.. Şu yürek, his denen şeylerin aceleciliğine ve benim de “Aklım”ı karıştırmalarına inanamıyorum. Şurada Aklıselim içinde sahibimin karışık iç dünyasını, duygularını yaşadıklarımın ve okuduklarımın yardımıyla mantık sırasına koyuyorum ve olanları derli toplu anlatabilmek için anlatma zamanını kolluyorum. Sizin yaptığınıza bakın! Zaten, ne geldiyse başımıza gönül, nefis, kalp, duygular bilinçaltı v.b, v.b, v.b. yüzünden gelmedi mi? Biraz daha fırtınalarınızı kendinize saklasanız da, ben insanlara seçtiğimiz kelimelerin neden seçildiklerinin hikâyesini anlatmaya başlayabilsem. Göreceksiniz, şu benim aklıma soktuğunuz kelimelerin hayata geliş hikâyelerini seslendirebilirsek siz de ben de rahatlayacağız.

(Memnune’nin ve yazarının “akılları” ve “yürekleri” anlaşmalarının işareti olarak birbirleri ve karşı taraftakilerle el sıkışırlar. Ve her zaman olduğu gibi, konuşmak isteyen yüreğe susmak, hep muhakeme yapmak cezasına çarptırılan akla ise işleri düzeltmek için harekete geçip konuşmak kalır.)

Akıl:

-Efendim, atılım bildiğiniz üzere, ileri atılma durumu, hamle…. (Burada iç ses bir hamle yapmak isteyerek, “kelime anlamı vermeyecektik” diyecektir ki, anlaşmaları aklına gelir ve susar.)… demektir. Bizim Muallime Memnune, bir Çâr-ı Şenbe (Çarşamba) günü saat on bir sularında mektepten eve gelirken “Bu sene ne kadar çok atılım yaptım.” diye düşünür. Tam da, bu düşüncesinden doğan gurur sarhoşluğunu yaşarken içinden başka bir ses, ”Yok, galiba ben âtılım.” demez mi? Ey, Ehl-i Dil! Âtıl; (bir ses, “öhö”) sözlüklerde…(yine bir ses, “öhö, öhö”) işsiz, işlemez, temb…(içten kuvvetli bir ses: “Öhö dedik ya! Öhhö..”) temmmbelll, tesirrsizz anlamına gelir. Ben âniden, “içimden” arka arkaya gelen bu seslerden sonra anladım ki……

Nefis, Yürek, Duygu (Hep Bir Ağızdan):

-Gel, şimdi burada konuşma da, dur! Biz, sessizce aklımız kardeşimize kendimizle ilgili sözler söylemişiz. O gitsin, bunları uluorta jurnallesin. Hem üstelik, hani kelime anlamlarını açıklayan bir yazı olmayacaktı?

Akıl:

-Hatun Kişi’de akıl mı bıraktınız? Siz gelin, saniyenin onda biri zaman aralıklarında bir insanın yaptıklarını, bulunduğu hâlleri tanımlayan iletileri beynime üşüştürün. Bana onun iç dünyasından, birbirlerinin aksi değişik imajlar, yargılar gönderin. Aklıma, birbirine yakın söyleyişte ama zıt anlamlarda kelimeleri sokun. Bu kelimelerle sizleri hem yazarıma hem de üçüncü kişilere “doğru kodlayarak” anlatmamı isteyin. Sonra da, “yok efendim, kelime anlamı niye veriyorsun, bizi ifşa ediyorsun”, deyin. Bununla da kalmayın; benim aklımın yanında, başkalarının aklını ve Memnune denen bedenin dengesini allak bullak edin. Artık, buna bir son vermeli: Şimdi, siz bana içeride neler olduğunu dürüstlükle anlatacaksınız, ben de olanları doğru kodlarla düzenleyip herkese duyuracağım. Böylece, önce sahibimiz Memnune, daha sonra neler olduğunu tam anlamıyla anlamadan “bu yazıya” karışanlar rahatlayacak.

Anlaştıysak, kaldığım yerden devam ediyorum:

-Demek ki, Memnune aynı ânda kendisi hakkında iki şekilde düşünüyor: Birincisi, ben son zamanlarda birçok atılım yaptım, ilerleme kaydediyorum. İkincisi: Hayır, aslında şu yaşadığım günlerde yavaş, işlemez ve tesirsizim. (Âtıl-ım: I.tekil şahıs eki) Yani, hanımımız şu ânda bizim uzlaşmaz tutumumuz sayesinde, yaşadığı bir gün içindeki fiillerini iki farklı tablo içinde görüyor.

Yürek:

-Offf, sanki içim cızz etti…

Nefis:

- Belki de hanımın bu iki farklı düşüncesi / hissedişi bizim sandığımız gibi, yirmi dört saatte cereyan eden herhangi bir “tek fiile” ait değildir. Birinci düşüncesi başka fiilleri için, ikinci düşüncesi bambaşka fiiller için olabilir. Ne de olsa, O’nun nefsinin terbiyesine (yani, “bana” diyecektim…) önem vermeye çalışan bir “adem kızı” olduğunu biliyoruz…

Duygular:

-Aklım, şey… yani, his tellerim birbirine karıştı.

Akıl:

Durun, durun… Tekrar başa dönmeyelim lütfen. Hele ki sen, duygular. Ne zaman kendine gem vurmayı öğreneceksin? Neyse! Halimize bakın. Güya, yekvücut olup bir insana yardım niyetiyle yola çıkıyoruz. Henüz kullanılan kelimeleri ve bu kelimelere ne zaman, hangi ortamda rastladığımızı anlatmaktan öteye gidemedik. Ama, nefsin söylediği çok ölçülü geldi bana… İnsan, bazı konularda atılımcı, girişimci; bazı konularda kendi isteği ile “tesirsiz”, bazen kendi isteği dışında “tembel” olabilir. (Tembel demeyelim de; yavaşlatılmış, engellenmiş daha hafifletilmiş kelimeler galiba?) Evet, “Bana” geldi! Benim bu anlattığım durumlar yaşanır ve bu “yaşantıyı düzenleyen” iradedir, irade! İrade?!. Sahi ya, toplantımızda irade yok. Zaten, o olsaydı hepimiz daha iradeli davranabilirdik. Gidin, iradeyi çağırın! Bana öyle geliyor ki, onun bu toplantıdan haberi var da tartışmalarımızı (hatta bu yazımızı) “çocukça” bulduğundan toplantıya katılmamak için kendine yakışır şekilde davranıyor.

İrade:

Şu akıla hayranım. Zaman zaman her şeyi ben bilirim ve ben hallederim tavrını fazla bulsam da, bu “bilgiçliğini” tebrik etmemek mümkün değil. Yine herkesten önce davranıp işleri yoluna koymaya başladı. Bana gelince arkadaşlar, ben toplantınızın başından beri buradayım. O kadar heyecanlı, aceleci, kararsız, daldan dala atlayan bir tavrınız var ki… Tabii unutmadan, bütün bunlara birbirinizi “dinlemez” oluşunuzu da eklemeliyim. Baştan beri sizi dinleyen beni fark etmediniz bile.

Nefis:

-İşte, tam bir İrade örneği…

İrade:

Teşekkür ederim. Beni senin anlayacağını biliyordum. Ne de olsa ikiz kardeşiz, Nefis. Hem, Memnune ve yapışık yazarını bütünüyle anlamasan da onları yarı yarıya çözen de sensin. Bu arada kodlayan ve şifreleri çözen aklı da yabana atmamak gerekir. Ama tüm bu konuşmalardan anladığım şeyi söylemeden geçemem: Bütün duyguları toplayan ve bir arada tutan, bizim düşündüklerimizi “cesaret” denen ateşle tetikleyen Yürek’e haksızlık yapıldığını düşünüyorum. O olmazsa, biz hepimiz bir araya gelsek insanı insan yapamayız. Darılmayın canım, bizim insanoğluna katkımız olmasa Yaratan bizi yaratır mıydı? Bence, biz birbirimizle kenetlendiğimizde insanlar “iç huzuru” bulacaklar. Yeter ki, görev dağılımına uyarak ve yardımlaşmaya inanarak, hep birlikte çalışalım.

HEP BİRLİKTE (İrade dışında):

Peki şimdi ne yapacağız? Hem Memnune’yi çözüp anlayamadık, hem yazarının onu başkalarına doğru anlatmasına yardımcı olamadık hem de galiba konudan uzaklaştık.

İrade:

-Telaşlanmayın. Çok yol kat ettik aslında. Mesele ortada, kelime ve kavramlar aydınlandı. Yazıya yardımcı olma amacımız dışında sahibimizi anlama ve onun açmazını çözme amacımız da belirgin. Görev ve sorumluluk sınırlarımızı tekrar hatırladık. Tek bir şey kaldı…

HEP BİR AĞIZDAN:

-Nedir o?

İrade:

-Parçaları birleştirmek… Yazıyı, yazarını, Memnune’yi, onların duygu ve düşüncelerini, hepsini hepsini birleştirmek. Unutmayın ki, hepimizin toplamı bir bedende toplanıp BİR oluyor. Neler olduğunu ve bundan sonra neler olacağını, bence, Muallime Hanım hepimizden çok daha iyi biliyor. Çünkü insan, hepimizden ayrı ayrı aldığı bilgilerin toplamından daha fazla bilgi ile donatılmıştır. Bize bu noktada tek görev düşmektedir, arkadaşlar; susalım! Ya da daha iyisi, herkes kendi enstrümanını doğru notalarla, kendine güvenli, fakat hafif bir sesle çalsın. Eminim, sahibimiz bizim ona sunduğumuz “iç âhenk” denen besteyi yorumlayıp kendi “hayatının senfonisini” yaşayacaktır.

Akıl:

- Ama han-fenn-di-ninn problemi?, bu yazı?, kelimeler?, kavramlar?..

Yürek:

-Akıl, susar mısın lütfen!.. Sen kendi müzik aletini çal ama hem akordunu ayarla hem de bizlere de kulak ver, olur mu?..

Sükût, sükût, sükût…

DERİNLERDEN BİR SES: Atılım, âtılım; atılım, âtılım; atılım, âtılım; atılım……………; atılım, atılım….. ATILIM, ATILIM, ATILIM, ATILIM…

Hayatımın senfonisi, hayatımın senfonisi, hayatımın senfonisi,..……Hayatımın senfonisi…….. ni yazarken / yaşarken ……. düşünürken / söylerken…… Acaba âtıl mıyım? Hayır, hayır atılımdı kavramım. Atılganım, atılganım, ATILIM. Anahtar kelimem:

-“A-TI-LIM”…

MUALLİME MEMNUNE HANIMEFENDİ,

Söze ATILDI:

-Son dört gündür, beynimi kemiren atılım-âtılım çatışması; duygularımı allak bulak eden, neredeyse özgüvenimi kaybettirecek olan “bazı konularda ilerledim, bazı konularda da geriledim” fikri, bedenimde kendine ayrılan köşesinde inzivaya çekildi, sanki. İçimde, en zor günlerimde bile, cılız da olsa melodisini hissettiğim senfonimi çok net bir şekilde duyuyorum yeniden. Benim ezgim şimdi daha mı âhenkli çalıyor, ne? Tabii canım!.. Tecrübemle bazı konularda gelişme kaydedip pratiklik kazanmam veya daha önce tohumlarını ektiğim meyveleri birer birer toplamam normal. Ya da tam tersine, yaş kemale erdiği için hareketlerimin yavaşlaması, bazen çabuk yorulmam, gençken olmazsa olmaz bazı fiilleri şimdilerde çocukça bulup bu fiillerden isteyerek uzaklaşmam da doğal.

İÇ ÂHENKLİ NOTALAR (Ezgisiyle):

-Yaşasın, bu iş oldu… Sahibimiz senfonimizi duyuyor artık.

-TÜM KORO- DÜETTE YAZAR VE CAN DOSTU MEMNUNE:

-Yaşamak ne güzel… Bu senfonimiz bir “ân” bile bitmesin…

Not: * Bir Deneme Yazarı Der ki: Denemem Nâr-ı Beyza Deneme kitabında yerini almıştı. Ancak bugünlerde; iradesiz bir zerrecikken ATILIM yapan korona ile İRADELİ bir VARLIK olan lakin Âtıl (o larak aklını ve yüreğini rafa kaldıran) İNSAN’ın savaşını(!) görünce, Denemeyi Korona’ya adıyorum. Neden mi ‘görelim de düşünelim!  

Rânâ İSLÂM DEĞİRMENCİ

Eğitimci / Şair-Yazar

ANKARA