Nasreddin Hoca’nın göle maya çalma hikayesi meşhurdur ve bilmeyenimiz yoktur. Zekası ve nüktedanlığı ile bildiğimiz hocamız gölün maya tutmayacağını bilmez mi ki!…Bilir, lakin ifade etmek istediğini anlamak için oturup biraz düşünmek gerek.
Kendisi değişim göstermeksizin diğer bir maddede kimyasal değişikliğe neden olan şeye MAYA denir. Hayvanlarda ve bitkilerde de aşı yapmak da aynı amaca yöneliktir ve sonuçta iyi ve üstün olanı sürdürmek ve çoğaltmak amacı taşır. Eğitim de insan için bir maya ve aşı görevini yapar, amacı iyi, güzel ve özlenen insanı yetiştirmektir. Türkçemizde eğitim, eğmekle akraba bir kavramdır ve bu kavram biçimlendirmeyi, istenilene uygun bir duruma getirme anlamını da taşır. Türk Milli eğitimin de yazılı amacı iyi, erdemli ve görevlerinin bilincinde bir yurttaş yetiştirmektir. İyi anlamda insan doğasını değiştirme etkinliğidir. İyiye, güzele yönelme, üstün alanı elde etme arzusu taşır
Kötüyü amaçlayan bir eğitim olamaz ve bu insanın yaratılışına aykırıdır. Çünkü insan eşref-i mahlukat yani yaratılmışların en üstünüdür. O halde üstün olana kötülük kondurulmamalı değil mi? Ama yaratılaşa aykırı olanlar var mı? Elbette var. Bunları bizim toplumumuz aşağılamış ve küçük görmüştür; mayası bozuk, sütü bozuk, soysuz…vb nitelendirmeler bu anlayışın göstergeleridir. Kötülük takdirin değil, tenkidin konusudur.
İnsan genetik birikimi ile dünyaya gelir. Genler vasıtasıyla birçok özellik taşınır ve bunlar içinde olumsuz olanlar da vardır. İşte eğitim bu olumsuz sayılanlara el atar ve onları iyi değerlerle mayalar veya aşılar.
İnsanı eğitme/mayalama aile ocağında başlar. Aile deyince başta ana/anne düşünülür. Yani, çocuk, ailede ve ilk öğretmen olarak da ailenin başı olan annenin eğitiminden geçer. Konuşma, yeme, içme, yatma, temizlik, sevgi ve saygı…vb temel eğitimi aile ocağında anneden alır. Çocuğu topluma sokma hazırlığını anne yapar. Tüm toplumların ilk öğretmeni annedir. Bu yüzden annelerin bilgili ve donanımlı olmaları bir neslin sağlığı ve bekası için çok önemlidir. Anne aynı zamanda da bir gözlemci/ kayıt tutucudur, çocuktaki yetenek veya yeteneksizliği ilk gözleyendir. Bu gözlemci, çoğunun iyi yönleriyle kıvanacak kötü yönlerini alışkanlık haline gelmeden yok olması için çabalayacaktır. Kendisi iyi ve kötünün tam bilincine varamamış bir annenin çocuğu eğitirken bocalaması kaçınılmazdır. O bazen iyi yaptığını sanarak olumsuzlukların da mimarı olabilir. Bugünkü çocukların yaklaşık yarısı yarın anne olacaktır. Biz bir anlamıyla da yarının annelerini eğitiyoruz. Konun can damarı ve önemi de buradan geliyor. Gerekli özeni gösterilmeli, bilgili, erdemli, güzel Türkçe konuşan, çalışkan bir anneler ordusu yetişecek bunu bir kültür olarak yarına/çocuklara taşıyacaktır.
İnsanın iyi ve sağlıklı bir eğitim almış olduğunun kanıtı, ruh, beden ve aklın uyumlu ve dengeli kullanılmasıdır. Eğitimde bunu başarabilmenin amacı yasa ve yönetmeliklerde yazıyor olsa da uygulamada, gerçekleşmesi çok çaba isteyen bir ülküdür. Eğitimde yazılı amaçlar gerçekleşmiş olsaydı, bugünkü birçok sorun, sorun olmaktan çıkacaktı. Bilgi, bilgili-becerikli insan bir toplumun en büyük gücü ve zenginliğidir.
Türk milli eğitimin amacı Türk milliyetçisi, erdemli, çalışkan, dünyadaki her türlü gelişmeyi büyük bir dikkatle takip edip, dünyadaki tüm iyilikleri bu ülkeye de getirme, Türk insanına sunmayı temel alır. Dünyadan kopukluk, dünyadaki gelişmeleri takipte sünepeliğin koca bir imparatorluğun yıkılmasına neden olduğunun tarihi bilincindedir. “Akıllı olan hiç yanılmayan değil, iki kez yanılmayandır”derler. Ne ders verici bir deyim!
Toplumda sıtkımızın sıyrıldığı, nefret ettiğimiz her kötülük eğitimin yanlış ürünlerinin bir sonucudur; hainlik, ahlaksızlık, cahillik, bağnazlık, yalancılık, hırsızlık, bilime ve bilgiye sırtını dönme, riyakarlık…gibi. Toplum da bir eğitmendir, o ihmal edildiğinde bütün didinmelerimiz hiçe eşitlenecek demektir. Toplumda başat kişiler eğitimli olursa, egemen davranışlarda onlar örnek alınırsa, onların hükmü ferması kabul görür ve onay alırsa başarının önünde ne durabilir?
Eğitim bir yetenek saptamasıdır da. Her kişinin üstün olduğu bir yön vardır, bu yönün bilim ve teknikle desteklenmesi, geliştirilmesi bu ölümcül yarışma dünyasında olmazsa olmazdır. İyi bir matematikçi, iyi bir ressam, iyi bir müzisyen, felsefeci, öğretmen, mimar… gibi yeteneklerin seçimini yapmak, o kabiliyetleri tespit edip eğitim kızağına almak eğitimin ve eğitimcinin -annenin, okulun, toplumun- ilk sorumluluğudur. Türk toprakları da diğer milletlerin toprakları gibi zengin yetenekleri barındırdığı muhakkaktır. Bu toprakların yetenek anlamında kıraç olmadığının ilk ayırtına varan Atatürk’tür. Onun Türk gençliğine hitabesi hem Türk insanın yeteneğine, hem de insanlık ailesi içinde Türklerin alması gereken yere işaret anlamında bir ilk ve önemli vurgudur. O, önce bir ülkü ortaya koymuş, sonra da o ülküye erişmenin yolunun Türk insanının iyi bir eğitimden geçirilmesiyle gerçekleşeceğine inanmıştır.
Yaşadığımız dünya bir bilgi ve hız çağıdır. Bilgi güçtür. Bir toplumda akıl kılavuzluğunda, bilgiyle donanmış, bağnaz ve önyargının kıskacına girmemiş, teknolojiyle barışık insanlar ne kadar çoksa, o toplum da o kadar güçlü demektir. Toplum sonuçta kişilerin toplamından oluşan bir kavramdır. Tek tek iyi olan insanlardan oluşan bir toplum kötü olamaz ve kötülüğe katlanamaz. Neyle eğiteceğimiz ve nasıl eğiteceğimiz Türklüğe yüklediğimiz misyonla doğru orantılıdır. Bu dünyada maalesef haklılar değil, güçlüler egemendir. Güçlü olup aynı zamanda haklı olmak yaratılışımızın amacı olsa gerek. Bilgiyi kullanmada ve bilgiye erişmede arkada kalanlar, onu hor görenler, topal ördekler, sömürgecilerin postalları altında inlemeye devam edecekleridir. Toplumun sağlığı için çocuğu/gençliği dış düşmanlardan koruduğumuz oranda iç düşmanlardan; onlara teslimiyeti, biati, kayıtsız şartsız itaati, bilim düşmanlığını, riyakarlığı, dil ve tarih düşmanlığını zerk eden bol kıllı ideoloji ve din bezirganlarından da korumak varlığımızın sürekliliği için şarttır.
Bu süreç anne, okul ve toplumun amaç ve araç uyumuyla ve birbirlerine desteğiyle başarılacaktır. Birinin verdiği diğeri alarak, birinin yaptığını diğeri bozarak değil.
Eğitimin başarısını bir belgeye, bir diplomaya indirgeyemeyiz. Belki de eğitim için bir yol haritası hazırlarken, en çok da bu diplomalıları gözleyip ona göre bir hasar tespiti yapmak daha gerçekçi olacaktır. Arızanın bizzat sahada tespit edilmesi, önemli bir milli kaynağın boşa yatırılmaması için yanlışta ısrar etmemeliyiz.
Orkun Anıtları’nda Bilge Kağan, Yer ve gök yaratıldığında ikisi arasında kişioğlu yaratılmış ve Tanrı da atalarımı onların üstüne Kağan olarak oturtmuştur diyor… 1300 yıl sonra Atatürk: “Büyük Türk milleti! On beş yıldan beri, giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiç birinde milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu, bütün medenî âlem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, atinin yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır.” Diyor
Türklerin dünyadaki misyonu belli, yönetmek, egemen olmak. Sıradanlık kulluk ve kölelik değil.
Bu konuda Bilge Kağan ve Atatürk ülkü birliği içindedir. Bu ülküye erişmenin yolu da ruhen ve bedenen yıkılmaz bir güçlülüğe kavuşmakla olur. Bunu gerçekleştirecek tek aracımız da anneyle başlayıp toplumla biten eğitim sürecidir. Önce eğitecekler sağlıklı olacak sonra da onların eğittikleri.