Sözcüklerin ruhunu kavrayarak ve dilimizin sessiz musikisiyle bezeyerek kullanmak yalnız şairlere özgü bir yetenek değil. Kendi anadilimizi kullanırken, sözcüklerin taşıdığı anlamı belirginleştirmek ya da güçlendirmek için, bedensel yeteneklerimizle onlara ruh verir, sert söyleyişleri şirinleştirir veya en yumuşak olanlarını da incitici ve itici kılabiliriz. Bu amacı gerçekleştirmek için sözcüklerdeki ruhu kavramak ve onları yerli yerinde söze dökme ustalığına erişmek gerekir. Bu da her şeyden önce bir kültür sorunudur.
Dilimizi sözlü ve yazılı kullanmada çok fazla yanlışlık yapıyoruz, bu konuda özenli değiliz. Bu, topluma örnek olacaklar tarafından bile sıklıkla yapılan bir yanlışlıktır. Özellikle gelişmiş iletişim araçlarıyla bir anda on binlerce insana ulaşabilen Popüler ses sanatçıları, oyuncular, siyasetçiler, sunucular, dili öğrenme çağında olan yüzlerce öğrencinin karşısına çıkan öğretmenler bile ne yazık ki dilimize özen göstermiyorlar.
Sözcükleri ruhsuzlaştırma/öldürme dedik ya, çok bilinen iki örnekle ifade edelim. İşte bunlardan en dikkat çekenlerden biri “aşk” kelimesi. Bu sözcük öğretmen tarafından, öğrencilere seslenirken bile kullanılıyor, sözcüğün yersiz kullanımı ile ilgili genç öğretmen arkadaşlarımızı yolu yordamınca mesleki toplantılarda bir çok kere uyarmışızdır.Aşk sözcüğü ruhunu aldığımız sözcüklerden; komşumuz, çocuğumuz, annemiz, babamız, öğrencimiz, eşimiz dostumuz yani üç gün önce iş arkadaşlığı kurduğumuz hemcinsimize bile “aşkım” biçiminde seslenmemiz ne kadar ürkütücü bir yanlıştır. Bu sözcüğün ruhuna fatiha diyorum, İçi boşalmış nice kurban sözcüklerden yalnızca biri. Bu durum kıymetli bir vazoyu günlük su bardağı olarak kullanmaya benzer. Sözcüklerin ayağa düşmemesi gerekir. Aşk sözcüğüyle birlikte kötü kaderi paylaşan; sanatçı, yaratmak, devlet adamı, hoca, usta… gibi sözcükler de akla gelenlerdir.. Herkese, her şeye aşkım diyenin ruh hali mi, bilgisizliği mi yoksa yozlaşma mı bu? Oysa Türkçe amacımızı anlatacak zenginliğe sahiptir ve her sözcüğün toplum katında adeta bir konumu vardır.
Çünkü, aşk, pazar malı sözcüklerden değil, en yüce sevgilerin dile gelişinin somut göstergesidir. Eskiden tekir dediğimiz kediye, karabaş dediğimiz köpeğe de aşkım diyoruz. Oyuncaklara dahi!
Ne sözcük, ne de kavramların anlamını bilen kendini beğenmiş cahillere örnek olarak eskiden yazılmış şu şiir aklıma geldi: “Binmiş tayyareye naz ile geziyor canan” diyen şair sanırım asrilik/çağdaşlık olsun diye bu mısrayı yazmıştır. Sözcükleri istismar ederek, tayyare ile yârini yan yana böyle bir araya getirebilmiş. O da sözcüklere kıymış, canan tayyarede nasıl naz ile geziyor acep, tayyare kaç metre ki canan naz ile gezsin ve sen onu hangi dürbün gözle izledin? Öykünme kimseyi saygıdeğer yapmadığı gibi, kötü örnek olarak anı olarak kalır.
Dilimizin sorunlarını kendi sorunları bilen bir avuç düşünen insan var yalnızca?! İşyeri tabelalarındaki kirlilik ve kültürel sığlık konusu ayrıca büyük bir düşünme ve yazma konusudur.
Türkçe’nin en büyük sorunlarından biri sözcüklerin ruhunu almak, anlamsızlık diğeri Türkçesi karşılığı varken yabancı sözcükleri kullanma soytarılığı. Fikirden yoksun olanların anlaşılmazlık sisiyle kendini olduğundan iyi gösterme çabası. Sahte aydın-lık! Kendini dolu gösterme sığlığı. Niye “tamam” varken “okey”, niye “tören” varken “seramoni, niye “toplam” varken “tottal”, niye “apaçık” varken “net”, niye “özgeçmiş” varken “SW”, niye “güvenli aralık” varken “sosyal mesafe”… Baylar, bayanlar sizin Türkçe ile sorununuz nedir? Türkçe ile ne alıp veremediğiniz var?
Dilin arı-duru, özanlamında kullanımı, ruhu, derinliği, sığlığı… Yunus’ta, Karcaoğlan’da, Pir Sultan’da, türkülerimizde , şarkılarımızda en güzel örnekleri bulur. O söyleniş ustalığına hayran oluruz. Geçmişin bu Türkçe mimarları, aynı zamanda Türkçeyi çağdan çağa taşıyan Türkçenin kutsal hamallarıdır da. Türkçeyi kuşaktan kuşağa en güzel ve doğru aktarılma araçlarından biri de şarkı ve türkülerimizdir. Ancak özellikle popüler müzik (ben buna yavan müzik diyorum), az bir kısmı ayrı tutulmakla birlikte, adeta dilimizi bozmak için bir görev edinmiş gibi. İçi boş ruhsuz kelimelerin en fazla kullanıldığı ve çalgının/sazların bile güfteyle ilgisinin kesildiği sanki gürültülünün bestelenmiş bir alanı. Bunu önemsiyoruz, çünkü özellikle gençler konuşma dilinde bu parçalardan yaptıkları alıntılarla konuşmaktadırlar, Adeta yeni bir ucube dil gibi ve çokça da argo var.
Yeni kuşaklara yani yarının Türkiyesi’ne aktarılacak olanlara bakalım . Değeri yada değersizliği belki kişiye göre değişir ama ben aşağıdaki söyleyişleri bayağı ve işporta malı Türkçe kullanımının örnekleri olarak görüyorum. Bilgisizlik, ruhsuzluk, dil bilincinden yoksunluk, küstahlık, yozlaşama gibi şeyi ve şeyleri çağrıştırıyor. İşte birkaç örnek:
“Allah belanı versin
Allah seni kahretsin
Bana gelen sana gelsin”
“Honki ponki toni nok
Çalona bimbo bori rok
Muşi muşi hubobo kozi zok
Çiki çiki şayne tiki tak tok”
“Yaptıgına şantaj denir,böyle aşka montaj denir...”
“Çok tatlısın şekersin , şekerci mi baban senin
Kaşın kara gözün kara , kömürcü mü baban senin (!)”
“Bu kız beni görmeli bana kazak örmeli”
“Jest oldu vallahi mest oldu”
“Benden iyi gizlemişsin karaktersiz olduğunu”
“Kıl oldum abi” gibi… örnekleri çoğaltmak çok mümkün .
Bir de argo sözleri var ki şarkıların ,onları yazımın içerisine almaktan imtina ettim. Her sözcük anlamı ile ve de özellikle şarkılarda yaşattığı yoğun duyguları ile bizim için bir şey ifade eder, Allah aşkına bu şarkıların neresinde duygu, incelik, sanat ve düşünüş ve anlayışımızdan bir esinti var? Bazen bu kişilerin dilleriyle ruhlarının uyumunu düşünüp -eğer gerçekten söyledikleri gibi iseler- onlar hesabına acımadan edemiyorum.
Neden Türkçemizin en güzel duygu terkiplerinden bir ”Fikrimin ince gülü” veya ”Ben melamet hırkasını kendim giydim eynime…”vb. bilinen ve ünlü şarkı ve türkülerimizi, Türkçe’nin güzel ve sözcüklerin ruhuna uygun kullanıldığı, gençlerimizin anlam ve duygu dünyasını zenginleştirecek eserlerimizi onlara sevdirmek için bir çaba göstermiyoruz da kötü örnekler arz-talepmiş gibi algı oluşturuluyor. Türk gençleri bu kadar varsıl bir dilin ruh pınarından içmeyi istemiyorsa, kendi diline sahip çıkmıyorsa, o zaman bu ülkede her şeyi koyverin gitsin. Dil demek millet demek, dil demek milli kültür demek, dil demek düşünce demek, dil demek milli onur demek… Türk dilini umursamayanların, Türklerin de saygısına layık olmaması gerekir, ama ne yazık ki bu konuda adalet ters işlemektedir. Belki de en acınacak yan da budur…