Kısa bir süre önce, Hollanda Türkevi Topluluğu Genel Sekreteri Ahmet Suat Arı’nın emekli olup, Türkiye’ye dönüşüyle ilgili, “Hüzün ve sevinç arasında, Ahmet Suat Arı’nın ardından…” başlıklı bir yazı yayınlamıştım. Şimdi de, Avrupa Türk Yazarlar Birliği Genel Başkanı ve Referans Dergisi Genel Yayın Yönetmeni, değerli dostumuz Mahmut Aşkar’ın, “Baba ocağına dönüş” haberini okudum. Yine bir hüzün ve burukluğun yanında, sevinç ve mutluluğa gark oldum.
Önce, Mahmut Aşkar’ın geri dönüş açıklamasına bakalım. Sosyal medya hesabından yaptığı kısa açıklamada Aşkar, elli yıl sonra, baba ocağı Iğdır’a dönüş yaptığını söylüyor. Memleketi, Iğdır’da kendine, içe doğru bir yolculuk yapacak. Özü ile yüzleşecek. Yarım kalan kitap çalışmalarına yoğunlaşacak. Her ne kadar, seyr-u süluk yapsa da, bir düşünür olarak, insanlığın gidişatından kendini muaf tutamaz Aşkar. Bunun ip uçlarını, yazısında da “Ne kırkı... biz yetmiş yıllık Kâni’yiz yani...” diyerek, sorumluluktan kaçamayacağını söylüyor Aşkar.
Şimdi gelelim hüzün ve sevinç meselesine.
Bir taraftan, böyle yetişmiş, insanlık için tefekkür eden, dünyanın gidişatıyla ilgili derdi olan insanları, Avrupa Türkleri adına, kaybetmenin hüznünü yaşıyorum. Diğer taraftan da, on yıllarca elde ettikleri Avrupa tecrübeleriyle, Türkiye’ye dönüşlerinin sevincini yaşıyorum. Hem Suat beyle ilgili yazıdan sonra gelen reaksiyonlar, hem de Mahmut beyin kendi sosyal medya hesabında yer alan kısa açıklamanın altına yapılan yorumlar, heyecanımın ikiye katlanmasına vesile oldu.
Öyle ki, her iki dostumuzun Türkiye’ye geri dönüş kararlarıyla ilgili yapılan yorumlardan, on yıllarca, Avrupa’nın farklı ülkelerinde yaşamış, tecrübe sahibi ve kendi alanlarında uzmanlaşmış, bir çok kişinin, artık emekli olup Türkiye’ye döndüğünü anlıyorum. Bir çoğunu yakinen, bazılarını da medyadan tanıdığım bu isimler, günlük işlerinin yanı sıra, yıllarca Avrupa’daki Türk insanına hizmet etmiş, yazar, mühendis, öğretim görevlisi, gazeteci, sivil toplum lideri, politikacı ve öğretmenlerden oluşuyor.
Türkiye’nin dört bir yanına dağılmış olan bu isimler arasında, örneğin Hollanda’nın ve hatta Avrupa’nın en prestijli tarım Üniversitesi Wageningen, Delft Teknik Üniversitesi ve Aachen Teknik Üniversitesi’nden mezun olanlar var. Hollanda’da yazdığı kitaplarla ödül almış, yazarlar olduğu gibi, Hollanda siyasetinde ve yerel yönetimlerde çeyrek asır tecrübeye sahip olan dostlarımız da var. Almanya merkezli, Avrupa’nın en güçlü Türk Federasyonlarını kuranlar da yer alıyor bu isimler arasında.
Sözün özü: Suat Arı ve Mahmut Aşkar’ın Türkiye’ye dönüşleriyle ilgili yapılan yorumlar, bize, her biri kendi alanında, kırk, elli yıllık tecrübeye ve uzmanlığa sahip bir sosyal sermayenin Türkiye’ye geri geldiğini gösteriyor.
Peki, Türkiye, daha doğrusu Ankara, parayla pulla satın alınamayacak bu sosyal sermayeden nasıl faydalanacak? Bu hazır gücü, tecrübeyi, uzmanlığı, farklı bir toplumda yaşamış olmanın verdiği avantajla kıyas etme metoduna sahip bu insanları kim, hangi kurum harekete geçirecek? Ankara bu insanları keşfedecek mi?
Ya da, bu hazır sosyal sermaye, her ne kadar her biri Türkiye’nin farklı şehirlerinde olsalar da, kendiliğinden harekete geçip, organize olacaklar mı?
Kanaatimce, Avrupa’da en güçlü STK’ları kuran, organizasyon kültürüne ve bilgisine sahip bu insanlar, Ankara’nın kendilerini keşfetmelerini beklemeden organize olma iradesine sahiptirler. O halde, Ankara’nın 1960 ve 1970’li yıllarda Avrupa’ya yapılan Türk işçi göçünün dini hizmetlerinde olduğu gibi, yirmi yıl beklenilmemeli.
Son söz: Ahmet Suat Arı, Mahmut Aşkar ve onlarca yetişmiş Avrupa Türk entelektüelleri, hem Türkiye hem Avrupa ülkeleri için değeri biçilmez bir şanstır.
Bunlardan yararlanamamak büyük bir kayıp olacaktır.