Genelde rahmetli Atsız hocamız ile rahmetli Başbuğumuz Türkeş arasında geçtiği söylenen anlaşmazlıkların odağında “ İslam mı, Türklük mü” önceliğinin olduğu tartışılır.
Tamamen yanlış ve gerçek olmayan bir “galattır” bu kabül.
Rahmetli ATSIZ hoca ne kadar “Türkçü” ise, Rahmetli TÜRKEŞ’de en az onun kadar “Türkçü” idi.Ve TÜRKEŞ ne kadar “ müttakî” bir mü’min ise, ATSIZ hoca da en az onun kadar “müttakî” bir mü’min idi.

Tartışma ya da çatışma anlamında olmayan münazara konusu olan husus aslında şu idi: “Türk Milliyetçiliğinin, Türkçülüğün” “siyasi parti” şemsiyesi altında temsil edilmesi mi daha doğru bir yoldu, yoksa, “Türk Ocakları gibi vakıf, dernek ve sivil tolum kuruluşları” ile temsil edilerek, Türk Gençliği başta olmak üzere yaygınlaşıp, Türk Milletinin sosyolojik katmanlarında, başta “siyasi partilerin” tümü olmak üzere öncelikli bir fikir olarak yerleşmesi strateji mi doğru bir yoldu?

O yıllarda tartışmanın özü aslında bu idi.Diğer konuşulan, söylenen hususlar işin sonra ki dönemlerde saptırılan ve provake edilen teferruatları idi.

Atsız hoca, Demokrat Parti ve sonrasında Adalet Partisi ve ona karşı olan CHP’nin “siyaset adına” bulaştıkları kirliliklerin ve “politik zeminlerin”; Türk Milliyetçiliğini temsil eden bir partiye de bulaşabileceğini ve mevcut zeminin “idealiz mi” bozacağını düşünüyor ve öznel olarak partileşmeye mesafeli duruyordu.Fikri derinliği, şair ve sanatçı tabiatı; siyasetin temelinde var olan “politik taktik ve manevraları” kabullenmekten uzaktı.
Türkeş ise, birlikte başlarına gelen 1944 olayı ve sonrasında 1960 İhtilali dahil, “ iktidar erkine sahip ya da ortak olmadan”, “Türk Milliyetçiliğinin siyasi hedeflerini” ülkenin idaresinde hakim kılmanın mümkün olamayacağına inanmış ve bunun yolununda “siyasi bir parti” ile halkın oyunu alarak Türkiyenin yönetimine gelmekle ancak mümkün olacağına inanmıştı.Türkeş’e göre bürokratik kadroların ve sivil toplum yöneticilerinin “Ülkücü” olması ile, siyasi iktidarı elinde tutanların “Ülkücü” olması farklı hedeflerdir.Siyaset yolundan uzak durarak “İktidar” olunamazdı.

Ve bildiğiniz gibi önce CKMP’ ye girmiş sonra partinin genel başkanı olarak 1969 yılında yapılan kongrede partinin adının MHP olarak değiştirilmesine öncülük yaparak, “milliyetçiliği” bir siyasi partinin adına yazdırmıştır.

Bir yandan, bir siyasi partiyi “politik sahada” teşkilatlandırarak “Türk milliyetçiliğini ” iktidar hedefi ile temsil ederken, diğer yandan Atsız hocanın lekesiz ve tartışmasız temiz kalmasını istediği “idealizm ve ülküsünü” de temsil edecek iradeyi “Ülkü Ocakları” ile “Türk Gençliğini” teşkilatlandırarak gerçekleştirmeyi strateji olarak belirledi..

Çileli, darbeler ve cezaevleri ile kesilen 50 yılı geride bıraktık.

Bu kısa hatırlatmayı niçin mi yaptım?
31 Mart seçimleri sonrası “Türk Milliyetçilerinin” oylarının ortaya koyduğu resmin her ikisini, yani hem siyasi liderimiz Türkeş’i hem de fikri ve ideolojik duruşumuzun ana nirengisini temsil eden Atsız hocamızı nasıl haklı çıkardığını açıklayabilmek için.

Bir an için “Türk Milliyetçileri ve Ülkücüler” olarak parti ya da ittifak tercihlerimizi öncelemeden biraz geriye, biraz da yukarıdan seçim sonuçlarını halkın önüne sunulan ana eğilimleri açısından analiz edelim.

Millet ittifakının lokomotif partisi CHP, seçim propaganda stratejisini, söylemini ve de bazı büyükşehir adayları dahil başkan ve meclis üyeleri adaylarını “sosyal demokrat, sosyalist ve sol değerler üzerinde yoğunlaşarak, netleşerek ve önceleyerek mi yaptı, yoksa “İYİ Parti” ile yan yana gelerek, adını “ulusalcılık ve vatanseverlik” denkleminde, yumuşayarak, “ milliyetçiliğe yaklaşarak” mı belirledi?
Kendi tabanını rahatlatmak için İzmir ve İstanbulun bazı ilçelerinde koyduğu adaylar bile söylemlerinde “sosyalist ve de sol” ağırlıklı söylem ve ifadelerden taktik olarakta olsa kaçındılar.

Cumhur ittifakının lokomotifi AK Parti, 31 Mart seçimlerinde propaganda stratejisini, kuruluşunun temeli ve 17 yıldır üst üste seçim kazandığı “siyasi islamın” dili ve çizgisinde yoğunlaşarak mı kurdu, yoksa yanına aldığı MHP ile “beka” önceliği ve “milliyetçi” çizgiye yakın durarak mı belirledi?

Ve en önemli seçim sonucu ise hem CHP ve hem de AK Parti “milliyetçi çizgiye” yaklaşırken, Türk Milliyetçiliğinin siyasi partisi MHP’ de seçimden ciddi olarak güçlenerek çıktı..

Bu durumda “Milliyetçilik” yaygınlaşarak siyasi partilerin vazgeçilmez olgusu olarak yükselirken, ATSIZ hocanın milletin tüm katmanlarında yaygınlaşması stratejisi “fıtrî”olarak boy gösterdi.
Aynı zamanda Türk Milliyetçiliği siyasi parti olarak temsil edilmez ise “milliyetçilik” iktidar erkine ulaşamaz ve yaygınlaşamaz diyen Türkeş’te MHP’nin son seçimlerde aldığı başarılı sonuçla ne kadar haklı olduğunu bir kez daha gösterdi.

Milliyetçiliğin, Türkiyenin gelişen iç ve dış olayların tehditi ile yükseldiğini söylemek bile aslında “milliyetçiliğin” ne kadar gerçekçi ve “beka” söz konusu olunca vazgeçilmez temel fikir olduğunu ispatlar.Niçin “sosyalizim” ve “siyasal islam” ideolojik olarak zor günlerde çözüm olarak aklımıza gelmiyor ve milletin en önemli önceliği olarak ortaya çıkmıyorda “milliyetçilik” çıkıyor?

Şimdi sakın, Türk Milliyetçiliği sanki iktidar mı oldu ki böyle bir tespit yapıyorsun diye düşünmeyin.

O günlerde, hem de çok uzak olmayan bir zaman diliminde önümüze gelecek inşaallah.
Artık Türk siyasetinin “ana aksı” belli olmuştur.
Siyasal islam, “batılı” ideolojik eğilimler ( sosyalizm, liberalizim, yeni küresel kapitalizm vs.) parantezi artık siyasi partilerin kimliğinde ağırlıklarını kaybedeceklerdir.
Türklük ve Türk Milliyetçiliği gittikçe güçlenecek ve kendisini liyakat ve ehliyetle temsil edecek kadrolarını “siyasette”, “bürokraside” ve göreceksiniz ciddi bir viraj alacak olan “ sermayede de “ gösterecektir.
Tabii bizler, ittifak tercihleri ve bölünmüş gibi duran parti taassubu içinde şahsi beklenti ve makam hevesleri ile birbirimizi kırmaz ve dökmez isek!..

Günün hiçbir siyasi fotoğrafı moralinizi bozmasın, ümitlerinizi kırmasın.

Ne, İmamoğlunun yürürken yolunu özel koruması gibi açan, dün aynı safta birlikte olduğumuz şu an İYİ Partinin genel başkan yardımcısı ve milletvekili ülküdaşımızın verdiği resim sizi üzsün.
Ne, Binalinin yapışık kardeşi gibi yanından ayrılmayan ve seçim akşamı Yıldırımın seçim yenilgisinin üzüntüsünü yanında paylaşırken, sanki kendi kaybetmiş gibi üzülen, dökük yüzüyle tv’ler de görülen, MHP’nin genel başkan yardımcısı ve milletvekili arkadaşımızın verdiği resim sizi kızdırsın.
Ve ne de Hasekinin sandalyesi ile azami bir dikkatle seçim boyunca ilgilenen, MHP milletvekili ve genel başkan yardımcısı arkadaşımızın kampanya boyunca verdiği resim sizi umutsuzluğa sevketmesin.

Önümüzde ki günlerde onlarda Sn Erdoğan gibi bir kez “aldanmışlık ve yanılmışlık” haklarını kullanarak, nehrin gerçek mecrasına akacaklardır. Hepimiz gerçek hedef ve o hedefin iktidarında tekrar bir birimizle buluşacağız.
Çünkü çok yakında Türkiyenin karşı karşıya kalacağı sert ve gerçek “beka” tehditi, Türkiyenin kuruluş değerlerinin gerçek sahibi kadrolarına olan ihtiyacı açık ve net olarak ortaya çıkaracaktır.
——————-

Bu yazım bu hafta Millidevlet gazetesinde yayımlanmıştır.