Ülke olarak çok sıkışık bir dönemden geçiyoruz. Bunun uluslararası konjonktür kadar yanlış politikalarla da alakası var. Etrafımızda olan olayları doğru okuyamadık. Ucu er geç bize dokunacak gelişmelere müzahir olduk. Sorunlarımızı büyütecek gelişmelere katkı sunduk.

Medya tek taraflı çalıştığı için toplum ülkenin nereye gittiğini göremiyor. Daha dün açlıktan ölen işsiz bir babanın trajedisi küçük bir haber olarak gazetelere yansıdı. Oysa aynı gazeteler yıllar önce fırlatılan bir yazar kasadan yeni bir iktidar çıkarmak için orasını burasını patlatmıştı. Vicdan yok olunca olaylara bakış tarzı da değişiyor. İktidar bizdense her şey mübah, başkalarındansa her şey kötü.

Önceki gün ABD senatosu Ermeni soykırımını kabul etti. Gazeteler yine aynı tarafgirlikle olaya yaklaştılar.Kararın hiçbir bağlayıcılığının olmadığını yazıp durdular. Oysa çok değil bir ay önce ABD'ye yapılan ziyaret sonrası tasarının rafa kaldırıldığını, Türkiye'nin önemli bir badire atlattığını yazan da aynı gazetelerdi. Türkiye uzun zamandır bir yalan rüzgarı uyutuluyor. İktidara sorsanız her şey yolunda, ekonomi büyüyor, vatandaş hayatından memnun, kimsenin bir sıkıntısı yok. Vatandaşa sorduğunuzda tam tersi bir tablo ile karşılaşıyorsunuz.Kimse hayatından memnun değil ve kimse geleceğe umutla bakmıyor.

Vatandaşlık bağı ile devletin doğru yönetilmesi arasında doğru bir ilişki vardır. Bir ülke ne kadar iyi yönetilir, vatandaş ne kadar mutlu olursa devletle vatandaş arasındaki bağlar o kadar güçlü olur. Tersi durumlarda yurttaşlık bağı zayıflar, giderek milli meselelere duyarsız bir toplum oluşur. İşgallere bile kayıtsız kalan, hissiyatını kaybeden, kendisini kimin yönettiğine değil, nasıl yönetildiğine bakan bir toplum. Bugün de böyle bir tehdit ve tehlike ile karşı karşıyayız. Milli devlet adım adım aşındırılıyor. Türkçe bazı bölgelerde yavaş yavaş ikinci dil konumuna indiriliyor. Söz gelimi Diyarbakır'da bütün trafik tabelalarının birinci dili Kürtçe ikinci dili Türkçe. Ve kimse bundan en küçük bir rahatsızlık duymuyor. Yıllar önce komplo teorisi olarak nitelendirdiğim, bugün ise gerçek olabileceğini düşündüğüm bir hikaye dinlemiştim. Apo'nun yakalanmasından sonra Başbakanlığa bağlı çok önemli bir görevde bulunan bir yetkili ve bir kaç kurmay Albay İstanbul'da bir Orduevinde terör sorunu ile ilgili değerlendirme yapıyorlar. Aralarında eski TRT spikeri Jülide Ateş'in Albay babası da var. Bir kurmay Albay söz alarak şunları söylüyor: "Siyasetçiler büyük hata yapmadıkları müddetçe Türkiye'yi hiç bir terör örgütü bölemez. Siyasetçiler büyük hatalar yapar, emperyalizm'de Türkiye'yi bölmeye karar verirse bunu sol bir partiye yaptırmazlar. Çünkü bu hem bölenler açısından hem Türkiye açısından maliyeti çok yüksek bir şey olur. Sol bir partinin tasarruflarını millet kabullenemez. Bunu ya İslamcıların desteklediği milliyetçi bir iktidara yahut milliyetçilerin desteklediği İslamcı bir iktidara yaptırırlar. Çünkü bu grupların tabanı biatçıdır. Ülke menfaatlerinden çok liderlere bağlıdırlar.Liderlerimiz ellerinden geleni yaptı, demek ki başka çare yok diye düşünür en ağır sonuçları bile kabullenirler." Yıllar önce gülünç ve absürt bulduğum bu hikaye bugün ortaya çıkan tabloya bakıldığında komplo teorisi olmaktan çıkıp neredeyse bir gerçekliğe bürünüyor. Benzeri bir örnek Sudan'da yaşandı. İslamcı El Beşir'in yönettiği Sudan 2011'de Güney Sudan'ın ayrılmasıyla bölündü ama Beşir 2019 yılına kadar iktidarda kalmaya devam etti. Kimse bilerek isteyerek hainlik yapmaz ama öyle hatalar vardır ki aynı sonuçları doğurur. Devlet yönetmek için iyi niyet yetmez, bilgi, beceri, ortak akıl,tarih ufku, kararlılık, adalet, liyakat ve birleştirici bir siyaset dili gibi meziyetler de gerekir.Buna bir de akçalı işlere bulaşmamayı eklemek gerek. Zira para pul işine karışanlar mutlaka büyük devletler tarafından yakalanır ve kullanılırlar. Bugün bu meziyetlerin hepsinden de uzağız. Dilerim dün komplo teorisi olarak değerlendirdiklerimiz, yarın acı gerçeğimiz haline gelmezler.