“Onlar kendilerine ilim geldikten sonra sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler...”
Şura suresi/14
“Sakın birbirinize hased etmeyin! Küsmeyin, birbirinizden nefret etmeyin! Birbirinize sırt çevirmeyin! Ey Allah'ın kulları! Kardeş olun! "
Hz. Muhammed (sav.)
"Dünyanın en büyük adamı Hz. Muhammed'tir. "
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Aylardır, sindire sindire okuduğum, aşağıdaki paragrafları özellikle seçtiğim, neredeyse tamamını not almak istediğim kitapla ilgili çıkarımlarımı, istişare halinde olduğumuz pek çok konuya ilgisini bildiğim arkadaşıma sözüm de gereği paylaşmak istedim. Başucu kitabım oldu, kesinlikle okumaya değerdi. Dahası acil ihtiyacımız olan ruhu, gerçek tarihi bilgileri içeriyor bu kitap.
Konuyla ilgili ırkçılık önyargısında olanlar, yazarın da dileği üzere, sadece kendimizden değil, dünyanın hatırı sayılır pek çok ilim adamının, araştırmacı tarihçilerinin bir ömür harcanmış emeklerle vardığı bilimsel kanıtlara dayalı, "Türklerle evrensel tarihi kucaklıyoruz" dedirten tespitlerini okusunlar inşallah.
"Türk kabiliyeti ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça, bütün Türk çocukları kendileri için lazım gelen hamle kaynağını o tarihte bulabileceklerdir. Bu tarihten Türk çocukları bağımsızlık fikrini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adamları öğrenecekler, kendilerinin de aynı kandan olduğunu düşünecekler ve bu kabiliyetleriyle kimseye boyun eymeyeceklerdir. Atatürk
"Atatürk bu söylediklerine gerçekten inanıyordu. O inançla konuşuyor, o doğrultuda da icraatlar yapıyordu. Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi bu icraatlarından ilk akla gelenlerdir. Bütün bunları yaparken de haklı olarak şöyle diyordu: "Büyüklüğüne ve üstün kabiliyetine inandığım Türk ulusunun gerçek tarihinin yazılmasını sağlığımda görebilmek isterim."
Ata'mızın bu dileğini değil sağlığında, sonraki yüz yılda dahi hala gerçekleştiremedik ne yazık ki. İçimize sızmış hainler bir şekilde engel oldu, büyük ideallerle kurduğu kurumları, ilkelerini saptırdılar, bozdular. Yeni nesillerimizi, değil dileği gibi tarihinden güç alan, adeta tarihinden, atalarından utanan bir hale getirdiler. Milliyetçiliği ırkçılık olarak zihinlere kazıyıp, evrensel birlik vaadi kandırmasıyla gençlerimizi özünden uzaklaştırdılar...
"Sonucu ne olursa olsun, gerçeğin kendisi önemlidir. Tarih güvenilir olmalı. Aynı zamanda insanı insan yapan öğretileri de elden ele ulaştırmalı. "İsveçli Prof. Sven Lagerbring
"Başkalarının bizim adımıza yazdığı tarihi kabullenirsek, onların bizim geleceğimizi belirleme çalışmalarını da kabullenmek zorunda kalırız. İşte bu nedenle Ön- Türk Tarihi büyük önem arzetmektedir." Muharrem Kılıç
"Bu çalışmamızda anlatmaya çabaladığımız tüm acı gerçekler, Ortadoğu coğrafyasında tüm çıplaklığıyla gözlerimizin önündedir. Bunun devamını bizim vatan topraklarımızda yaşatmak istedikleri aşikardır. Tezlerimizin doğruluğunu gözlerimizin önünde cereyan eden olaylar sayesinde öğrenmiş oluyoruz. Bu nedenle, bugün kan, gözyaşı ve ateş içinde herc-ü merc olan on bin yıllık kadim Türk yurtlarına, geçmişin sağlam bilgileriyle sahip çıkmak zorundayız. Atatürk'ün "Gençliğe Hitabe" sini anlayarak defalarca okumalıyız. Gaflet, dalalet ve ihanetin içiçe geçtiği günümüzde gaflette bulunmak bile ihanete eşdeğerdir. "Bin yıllık vatan", "Bin yıllık kardeşlik" masallarıyla avunulacak zaman değildir. Türk Milleti, kendi geçmişinin ışığıyla kendi geleceğini aydınlatmaz ise, emperyalistler bize çok karanlık bir gelecek hazırlamak gayretindedirler. Türk Milleti, oğullarının köle, kızlarının cariye olacağı bir geleceğe razı değilse, bir an evvel dalmış olduğu gaflet uykusundan uyanmalıdır. Çünkü, gafleti çok olanın devleti yok olur. " Muharrem Kılıç
Son paragraf, kitabın üçüncü baskısına önsöz olarak 2014 yılında yazılmış. Geçen altı yılda yaşadığımız, yaşamakta olduğumuz koşullarla durumun daha da vahim hale geldiği malum. İşte bu yüzden, bu kitabı okumaya, geçmişte ve günümüzde millet olarak yaşadıklarımızla, tarihimizi bu ışıkla, aydınlanmayla daha net görebilmeye, idrake ve geleceğimizin hüsran olmaması adına telafiye ihtiyacımız var. Çok daha geç olmadan...
Kitapta sadece gerçek Türk Tarihi değil, pek çoğumuzun sadece kulak aşinalığı olan, parça parça okuyup haberdar olsak da tarihi dizin içinde sırasını, detaylarını bilemediğimiz Mu kıtası- uygarlığından itibaren; kalıntılarla ispatlı, Sümerlerin ataları olan Türklerin, Mu medeniyetini ve onun kolonilerinden olan Uygur İmparatorluğunu kuranlar olduğunu, dünyadaki yaygın Uygur kültürü izlerini; batan Mu kıtasından kurtulanlar, Avrupa ve Asya'ya geçenler olduğunu, Avrupa devletlerinin de kökenini, yine Orta Asya'dan Atalarımız Sümerlerin büyük bir depremle İrem su bendinin yıkılmasına bağlı sel felaketi nedeniyle Hicaz bölgesine, daha sonrada Mezopotamya, Yemen, Mekke'ye kadar dağıldıkları bilgileriyle dünya tarihini de anlamış oluyoruz.
Bu vesileyle sevgili peygamber efendimizin de hadislerle sabit olarak, atası olduğunu defalarca beyan ettiği Hz. İbrahim'in oğlu Hz. İsmail'in de bu yolla Mekke'ye yerleşip, mecburen arapça konuşan, zamanla araplaşanlardan olduğunu öğreniyoruz.
Bu bilgi babamın dedesinin Mekke'den geldiği bilgisi nedeniyle özellikle çok sevindirdi. Dedemiz gibi pek çok kişinin de Türkiye'ye gelmiş, getirilmiş olması da tesadüf değil mutlaka. Ve bizim de olduğumuz gibi ataları oralardan gelmiş olduğu için soyunda araplık olduğunu zannedenlerin çoğu da aslında Türk demekki.
Zaten kitabın vesile olduğu en büyük güzellik, tüm dünya insanlarının aynı kökenden, kardeşler olduğu idraki. "Ey insanlar! Sizler kardeşlerdiniz!" hitabını ve hatta tevhidi bu aydınlanmayla anlayabilmek mümkün ve çok güzel... Tufandan sonraki dönemde Nuh as.'ın evlatları olan insanlığın ataları kardeş. Hepsi soyağacında birbir listelenmiş.
Kuran'ı Kerim'de, ayetle sabit olduğu üzere, Hz. İbrahim Tevrat ve İncil'den çok önceleri yaşamış. Beyan edildiği üzere ne hristiyan, ne yahudi olmadığı, temiz bir ırktan, hanif din üzere, Müslüman olduğu, müşriklerden olmadığı gerçeği daha net görülebiliyor.
Sevgili Peygamber efendimizin soy dizininde Hz. İbrahim'den daha yukarılarda Atamız Oğuz Han'ı görmek büyük heyecan yarattı. Sıralama aynen şöyleydi ve bu herşeyi anlatıyordu.
Hz. Adem, Hz. Nuh, Yafes, Türk, Oğuz Han, Azer (Tareh-Türk), Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Kureyşiler, Haşimiler, Abdulmuttalip, Abdullah ve Hz. Muhammed!..
Bu gerçeğin kasten, ısrarla gizlenmesi, ırkçılık iddialarıyla reddedilmesi de basit bir yanılgı değil muhakkak. Bizzat sevgili peygamberimizin, "Türkçe öğrenin. Türklerin geniş bir ülkede egemenliği vardır. Türkler size dokunmadıkça sakın siz onlara dokunmayınız. Çünkü ümmetimin yönetimi sonunda Türklerin eline geçecektir." beyanı, itirazın sebebini çok iyi açıklıyor.
Kerbela katliamı sonrası Emevilerin kendi eski inançlarından kalma hurafeleri karıştırarak özünden saptırdıkları İslamın, İlahi nizamın bekçiliği mukaddes göreviyle, dünyadaki zulme dur diyerek insanlığı asrı saadete taşıyacak olan Türk Milletine engel olmakla görevli olanlar da var çünkü.
Ezelde, Adem'in secde edilmeye layık olmadığını ispat edeceği ahdini veren, insanlığı, ahlakı, cinsiyeti, aşkı, muhabbeti yokederek ruhsuz robotlar haline çevirmek isteyen iblise hizmet edenler...
Geçtiğimiz bahar aylarında okuduğum altı ciltlik saadet devri, peygamber efendimizin hayatı serisinde, en çok dikkatimi çeken, Nübüvvetin sevgili peygamber efendimize indirilişine karşı çıkanların gerekçesiydi. "Madem bizden birine indirilseydi ya!" diyorlardı.
Kitapta gerekçe olarak Muhammed'in kimsesizliği, fakirliği nedeniyle buna layık görülmemiş olduğu iması vardı ancak bu doğru olamazdı. Zira sevgili peygamberimize nübüvvet verildiğinde kırk yaşındaydı ve Hz. Hatice annemizle evliliği nedeniyle artık yoksul değil, kervanları olan bir tüccar idi. Kimsesiz hiç değildi, amcaları sonuna kadar sahip çıkmışlar, hatta bu yüzden zarar vermek isteyenler kötü emellerine ulaşamamışlardı. Ahlak olarak layık olmadığını kendileri de iddia edemediler, çünkü onun herkesçe kabul gören lakabı, yüce Rab'bimizin şüphesiz güvenilen anlamındaki ismi olan Emin idi.
Mekke'yi terketmesine ilave olarak Türk yurtlarına çekip gitmesini istemeleri hatta bu arada Akhunlar adını da anmış olmaları, sevgili peygamberimizin milletini, soyunu, sopunu çok iyi bildiklerini gösteriyordu.
İtirazlarının asıl gerekçesi, ıslahları için Türk kökenli kavimden birinin görevlendirilmiş olmasıydı. Bu Kerbela'da yaptıkları hain katliamla sevgili peygamberimizin soyunu kurutmaya çalışmalarının, dahası yüzyıllardır her fırsatta sırtımızdan hançerlemeleriyle ispatlı Türk düşmanlıklarının da sebebiydi.
Onların kıskançlığın getirdiği bu zaafları, siyonizmin uşaklarının da gözünden kaçmadı muhakkak ve manidar bir şekilde petrol istasyonu gibi kullanarak işbirliğiyle aynı safda yer aldılar.
Kuran'ı Kerim'i, anlayıp rehber edinmemiz için indirilmiş olduğu halde kılıflar içinde duvarlara astırıp, mezarlıklarda ölülere ve kadın günlerinde anlamadan okunan bir oyalanma kitabı haline getirdiler. Daha da ileri gidip meal okumanın kişiyi imandan edeceği ithamlarına kadar vardırdılar hain tuzaklarını.
Güzel dinimizi, sevgi, merhamet, hoşgörü, adalet, temizlik, çalışkanlık, dürüstlük gibi temel ilkeleri kasten unutturularak içi boşaltılmış, kuru bir ibadet dini haline getirdiler.
Dahası, İslamda ne erkek ne kadın için, hataları İslama isnad edilmesi riski düşünülerek özel kıyafet belirlenmemiş iken; aramıza duvar örme hain emellerini de gerçekleştirmek üzere, yüzyıllardır hem İslamda hem Türklük örf ve adetlerimizde zaten var olan edebe uygun kıyafet, masum baş örtüsü geleneğimizi, katı tesettür, türban dayatmaları, bayraklaştırmalarıyla, olumsuz, uç örneklerin kıstas alınması, hatalarının İslama isnad edilmesi hatasına çanak tutarak, insanlarımızı dinlerinden soğutmayı başardılar.
Bütün bunların sebebi, Kuran'ı Kerim'de geçen Zülkarneyn'in Oğuz Han olduğu gerçeğiyle, İslamın yayılması, temsili ve bekçiliği mukaddes göreviyle dünyadaki zulme dur diyerek insanlığı asrı saadete taşıyacak olan, insanları İslama, doğruya, iyiye, güzele davetle görevli peygamberlerin ve izlerinde görevi sürdürecek olan varislerinin soyunun nesiller boyu devam etmesi gayesiyle yaratılmış temiz ırka, İbrahim Milletine engel olmak.
Yani iblisin ezeldeki ahdini gerçekleştirme çabası. Bu uğurda onun safında ve işbirliğinde olanlar...
İçinde bulunduğumuz ahir zaman hengamesinde yaşadıklarımız, inancı, ahlakı, cinsiyeti, aileyi, aşkı, muhabbeti, millet olabilme gereklerini yok ederek, insanlığa tek merkezden yönetip, diledikleri gibi yönlendirme, sömürme gayretleri de en önemli gösterge. Hangi safda yer aldığımız da bizim imtihanımız...
Yaradılışın gayesini açıklayan o güzel ayette, Tebarake(Mülk)/2 de buyrulduğu üzere, "O hangimizin daha güzel iş yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratandır. O, üstündür, bağışlayandır."
Bakalım bu durumda ne yapacağız, kimden korkacağız, kime hizmet edeceğiz. Bizi ve bizim için herşeyi yaratandan, rızasını, sevgisini, ebedi hayatı, ebedi saadeti vaad edenden mi, kazanım zannettiğimiz dünyalık heves tuzaklarını dayatanlardan, Firavunlardan mı!..
İmtihan ağır, seçim hep olduğu gibi bizim...
Yüce Rab'bimiz yardımcımız olsun. Hep olduğu gibi Hadi adıyla yolumuzu göstermeye devam etsin. Hafiz adıyla muhafaza eylesin. Selam adıyla selamete çıkarsın hepimizi. Amin Ya Rab'bi!..
Yazarın da dileği üzere, çok ihtiyacımız olan oTürklük gurur ve şuuru, İslam ahlak ve faziletine ulaşabilme çabası gereği, gönüllerimizdeki ateşi tutuşturacak kıvılcımı, heyecanı uyandırabilmek niyazıyla...
Farkındalıklarımızı pekiştiren gerçek tarihi bilgiler yanında, çok ihtiyacımız olan ruhu paha biçilmez bilimsel kaynakları hizmetimize sunan değerli kitabın yazarı Muharrem Kılıç beyden, yayıncısı İrfan Yayıncılık'tan ve emeği geçen herkesten Allah razı olsun. Salih amelleri olarak sonsuza kadar hayır dua sebepleri olsun. Amin Ya Rab'bi!..
Adevviye Şeyda Karaslan
16 Ağustos 2020/ Salihli