İslam dünyasının neredeyse tamamı, despot, otoriter, halkın taleplerine kulak vermeyen yönetimler tarafından yönetiliyor. Halkla yönetenler arasında büyük uçurum var. Toplum, devletle kendini özdeşleştiren kişi, grup veya aileler karşısında yapayalnız. Hak arama yolları kapalı, hele idareyi elinde bulunanlara karşı böyle bir teşebbüste bulunmak dünyanın en büyük suçu.
Hemen her İslam ülkesinde ciddi adalet sorunları var. Suça değil, suçluya göre hareket eden, aynı eylemden dolayı birini yargılarken ötekine dokunmayan bir yargılama biçimi söz konusu.Yönetimi elinde bulunduranlar açısından bir nevi yargı bağışıklığı, dokunulmazlık var. Ne yaparlarsa yapsınlar onlara dokunmak mümkün değil. Bu da zulmün, yozlaşmanın en önemli nedenlerinin başında geliyor. Adaletin çalışmadığı alanlarda zulüm çarkı işlemeye başlar.Bu gibi durumlarda zalimi durdurabilecek hiç bir mekanizma yoktur, nerede duracağı hangi noktada doyuma varacağına bağlıdır. Tarih bize, -hukukla sınırlandırılmayan- yönetimlerin bir doyum noktası olmadığını gösteriyor.
Zulüm, anlamı geniş, her türlü haksızlığı içine alan bir kelime. Yolsuzluk, hırsızlık, kul hakkı yeme, adaletsizlik, rüşvet, baskı, terör zulmün farklı biçimleri. Kuran'da zulmün dünya ve kullarla ilgili biçiminin yanında, bir de Allah'la ilgili boyutuna işaret edilir : Lokman suresi 13. ayette "Şüphesiz ki şirk büyük bir zulümdür," denilerek, ona ortak koşmanın büyük bir zulüm olduğu belirtilir.
İslam, zulmü men, adalet ve doğruluğu emretmesine rağmen zulüm en çok İslam dünyasında yaygındır. Her Cuma hutbesinde Müslümanlar, Nahl Suresinin 90. ayetinde ifadesini bulan ve " Muhakkak Allah,adaleti, iyiliği ve akrabalara yardım etmeyi emreder..." diye başlayan ayeti dinlerler. Nisa Suresi 58. ayette," Allah size emaneti mutlaka ehli olana vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi... emreder,"der. Benzeri bir çok ayet göstermek mümkündür. Hadislerde de aynı adalet hassasiyetini görmek mümkündür. Yüce Peygamber," En faziletli cihadın zalim bir idareciye karşı adaleti söylemek olduğunu," ifade etmiştir. Bu hadis, zulme sessiz kalmamaya, zalime karşı hakkı söylemeye teşvik etmektedir. "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır ," hadisi de aynı anlam çerçevesine sahiptir. İslam, zulmü, adaletsizliği men etmekle kalmamış, onun karşısında sessiz kalmayı da doğru bulmamıştır. Bir Müslüman, haksızlıkla karşılaştığı zaman bu zalim bir yönetici bile olsa ona hakkı, adaleti söyleyecek, asla susmayacaktır. Bu, modern demokrasilerin 20. yüzyılda halka tanıdığı, yönetenleri denetim yetkisinin, İslam tarafından 14 asır önce tanınmasıdır. İslam, yöneticilere adil olmayı emretmekle birlikte kendi başlarına bırakmamış, onların üstüne halkı bir nevi denetçi yapmıştır. Nitekim, İslam büyükleri, bu ölçülerden hareketle devletin dininin adalet olduğu sonucuna varmışlardır.
Böyle olmasına rağmen, zulmün, adaletsizliğin, hak yiyiciliğin en çok İslam dünyasında yaygın olması manidardır.İslam, zulüm karşısında susmamayı, adaleti elden bırakmamayı emrederken her türlü hukuksuzluk, suskunlukla karşılanmaktadır. Bunun en önemli sebebi, gerçek adaletin öteki dünyada tecelli edeceğine dair yanlış din ve adalet algısıdır. Müslümanlar, nasıl olsa öteki dünyada yapılanların hesabı görülecek inancıyla, her türlü zulmü sineye çekmekte, tepki ve mücadele yerine kendi sorumluluklarını Allah'a devretmektedirler. Halbuki, İslam yaşadığımız dünyayı düzenlemek için inmiştir. Emir ve yasakları bu dünya içindir. Kuran, dünya hayatının kılavuzudur. Adalet emri bu dünyadaki ilişkilerimiz içindir.
Ahiret ve hesap günü, sorumluluklarımızın ertelendiği mahal değil, sorumluluklarımızı ne kadar yerine getirdiğimizin veya getirmediğimizin hesabının görüldüğü mahaldir.
Ahirette görülecek hesapla teselli bulmak, dinin dünyamızı tanzim etmeye yönelik sorumluluklarından kaçmaktır. Allah, elbette zalimden hesap soracaktır, lakin böyledir diye kimse dünyada kendine yüklenen adalet sorumluluğundan kurtulamaz.
Zulme, adaletsizliğe karşı durmak, tıpkı namaz, oruç ve diğer mükellefiyetler gibi bu dünyaya ait bir emirdir. Yüce Allah, adalet işini bana bırakın demiyor, adil olun, zalime karşı hakkı söyleyin diyor. Öbür tarafta bir hesabın olması bu tarafta tepkisizliğin, dilsizliğin, teslimiyetin,meskenetin, boyun eğmenin bir gerekçesi haline getirilmiş, neticede zalimin ve zulmün önünde hiç bir insani direnç noktası ve engel kalmadığı için onu daha pervasız ve acımasız hale getirmiştir.
Adaletin öte dünyaya ait bir sorumluluk olduğuna dair yanlış inanç değişmedikçe,İslam dünyası kendi gafleti ile yol verdiği zalimlerin elinde ezilmeye devam edecektir.