Bu yıl pandemi vesilesiyle "yarabbi şükür mide kaldıran sonradan görme abartılı kutlamaları fazla görmeyeceğiz inşallah" diyorum...
“Yılın 364 gününü bir öküz olarak geçiren kalan bir günde de sevgi kelebeğine dönenlerin ve bu ani dönüşlerle mutlu olan şaşkınların günü kutlu olsun” manâsında pek çok cümlemi “Sığırlar Günümüz Kutlu Olsun” başlığımı birkaç yıl önce köşe yazıma taşımıştım yine bir 14 Şubat öncesi...
Bu yıl pandemi vesilesiyle “yarabbi şükür mide kaldıran sonradan görme abartılı kutlamaları fazla görmeyeceğiz inşallah” diyorum... Bu topraklar; aşkı, sevmeyi, sevilmeyi tadına doyulmaz nağmelerle dünyaya anlatan onlarca cevhere can vermişken ne gerek var görgüsüzce abartı şaşkını olmaya!
Sevgide kimimiz sığır, kimimiz abartı şaşkını, kimimiz anlık üç beş yalan cümleye kanma meraklısı iken kimimiz de Mevlana misalidir... Bunca sevme ve sevilme defolu nesil arasında ey Rumi; seni düşününce ne coşkun cümleler dökülür her seferinde yüreğimden bilir misin... Ve ey AŞK; hasretinle ben yandım, tutuştum, küle dönüp pervaneler misali savruldum SEN-i ararken... dedikten hemen sonra bu kez seslenmek istiyorum aşkı yüreğinde tütsüleyen kadınlara... Çünkü sevmek ve sevilmek öyle muhteşem bir kıyafettir ki herkes layıkıyla taşıyamaz yüreğinde... Laf aramızda en çok da kadına yakışır sevmek ve sevilmek... Yüreklerinde aşkla, emekle, sabırla, tüm zariflikleriyle tütsüledikleri sevdayı ciğerlerinde ısıtıp sonrada sıcacık nefesleriyle dünyaya salıveren kadınlardan bahsediyorum... Manadan yana yüklü gözleri ile en derin yareleri bile gören ve dokunuşları ile huzur, güven, şifa veren kadınlar...
Velhasılı kelam sevginin de yüreğin de günü olmaz! Aşk öyle bir anlama ve anlaşılma hissidir ki; aynı anda aynı çeşmeden kana kana avuçlar dolusu suyu içersiniz de doymazsınız... Ve ortada bir sebep yokken bir anda dökülür dizeler yüreğinizden dilinize oradan da kaleminize... Sonra yollarsınız Kainat’a o dizeleri Lokman-ı Hekim misali kiminin lâl olmuş zihnine ilham kiminin de mimlenmiş yüreğindeki kilitleri kırsın diyerek...
Ve sonra şöyle demek geldi içimden tüm abartı şaşkınlarına inatla; “Bakışlarında Beni Dinlendiren Bir Tılsım Var Ey Can... Kıyısındaymışım Gibi En Sakin, En Mis Kokulu, En Derin Denizlerin... En Uçsuz Bucaksız Ovaların, Kekik Kokulu Dağların, Adını Özgürce Haykıracağım Zirvelerin... En Cennete Yakın Duaların... Ve Kıyısındayım; Yüzüme, Ruhuma, Yüreğime, Avuç İçlerime Dokunan En Can Kokulu Rüzgarların...”
Tin-e huzur veren tüm değerlerin hunharca katledildiği son yıllarda İnsan yaratılışının temel taşı olan Aşk-a, Can-a, Manâ-ya ve Can Kokulu anlatımlara dair öyle çok cümlem var ki içimde biriktirdiğim; bu sebepten sık sık “tamam her şeyi bir kenara bırakıp artık edebiyat” diyorum...
Edebiyatı çağırmışken bugüne özel eli boş yollamak olmaz olurları diyerek üç beş satır yollayalım mı sevmeyi ve sevilmeyi hunharca değil insanca yaşabilenlere...
SEVGİ; bir güne sığar mı hiç her an olmalı... Saygının çatısında korunmalı... Hiç sebep yokken aklına ve yüreğine konmalı... Simidin dökülen susamlarını parmağı batırıp birlikte yemeli... Dinlediğin her şarkıda onu hatırlamalı ve yanında hissetmeli... Gözlerine bakmayı ve oradan kalbine akmayı bilmeli... Adının geçtiği her cümleyi kutsal saymalı... Mutluluğu adına kendinden bile fedakarlık yapmalı... Dokunuşuyla, sesiyle, nefesiyle titreyip sonsuz huzur bulmalı... Sohbetiyle ruhunuzdaki ve bedeninizdeki acıları dindirmeli... İçinizdeki kocaman bir kara deliği kapatmalı... Ve SEVGİ; aklına her düştüğünde ‘iyikim, şükürüm, duam, can özüm” demeli...