Elbette ki din ve dinî meseleler yerli ve millî olmak zorunda değildir.
Son zamanlarda hayli iğdiş edilen bir ikilidir zaten bu ‘yerli ve millî’ kavramları…
Fakat kültür ve medeniyet sahasında işlenmeden de hiçbir dinî mesajın layık-ı veçhile içselleştirilmesi, doğru anlaşılması ve yaşanması kabil değildir.
Bu yüzden Anadolu’yu mayalayanlar, horasan erenleri Türk dilinde bir sevgi ve şiir iklimi inşa ettiler. Birer sonuç olan kültür ve medeniyet unsurlarının da giderek amaçsallaşması şüphesiz mayanın göz ardı edilmesine yol açıyor. Merhum Tevfik İleri ile yükseltilen ve dinî algılardaki problemleri çözmenin, Türk gençliğine doğru dinî eğitimi vermenin ilacı olan İmam-Hatip dalgası, giderek siyasal alanda kolaycılığın arka bahçesi derekesine düşürüldü. ‘Siyasal İslâm’ın cemaat ve tarikat kılığındaki ayağı ile parti ve sivil toplum kisvesindeki hırsı bütünleşince, bu süreç de örtülü örtüsüz darbe korkuları ve pratiği ile pekişince beklenmedik bir ‘dünyevilik’ aldı başını gitti. Böylece günah ve sevap heybeleri karıştı.
Ve büyük yıkım hissedilmeye başlandı. Günah keçileri arandı. Ve malum darbe! Paralel yapının iktidar suçlaması, iktidarın ‘ne istediler de vermedik’ sığınması…
Ve aynı metodun el’an geçerli olması…
***
Erol Mütercimler, toplumumuzda pek yaygın olan ve giderek tehlikeli olmaya başlayan bir önyargı ile bütün İmam-Hatiplilere yönelik kötü bir eleştiri yaptı, hatta hakaret etti. Bu da diğer önyargılar gibi bir önyargı idi. Şüphesiz suçlanan fiillerin bütün İmam-Hatiplileri kapsadığını kimse ileri süremez.
Sonra da çalıştığı üniversiteden istifa etti veya istifa etmek zorunda kaldı.
Genç İmamhatipliler Derneği ile yakın ilişkim var. Başkanları Muhammed Samet Akkaya, genç ve entelektüel bir İmamhatipli. Mamak Cemevi’ni, Çubuk’ta elim bir saldırıya uğrayan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu ziyaretinden hatırlayacaksınız.
Bir kere sadece bu derneğin faaliyetlerine bakarak bile, bütün İmam-hatiplileri aynı kefeye koymamak gerektiği ortadadır.
Kaldı ki, Önder Vakfı ile henüz Akparti iktidarından çok çok evvel de münasebetlerimiz vardı ve birkaç kez onlarla da sohbetimiz oldu. Fakat iktidar yağlanması ile ortaya çıkan aşırı güç, zihinsel bir travmaya ve kudret kirlenmesine sebep oluyor. Bazen de kullanılan araçlar amaçsallaşıyor; nice masum ülküler iğrenç bir veraset ilamına yol açıyor.
Hele hele, zaten varolagelen korku ve vehim yüzünden de ‘kol kırılır yen içinde kalır’ düsturu mahalle arasında, aile içinde tacizden zinaya, rüşvetten devlet malını gaspa varana kadar her türlü suçun, yanlışın, pisliğin, günahın üzerinin örtülmesine sebep oluyor.
Şimdilerde çok başarılı bir avukat olan ve de bir sivil toplum örgütünde yöneticilik yapan bir eski İmam-hatipli bakın ne yazmış bana mesajında:
“Hocam adamı çıldırtıyorlar. En ufak eleştiriye tahammülleri yok bizim arkadaşların. Hep sessiz kalmak, karışmamak istemişimdir; yine istiyorum, ama olmuyor. Bir şeyler biliyorsan yazacaksın, toplumu aydınlatacaksın, konuşup anlatacaksın. Gençliğimiz için, ülkemiz için gayret göstermek lazım. Ben de İmam-Hatip’te okudum. Meslek derslerine giren hocalarımız hiçbir zaman Türklükten, Türk-İslam’dan, Hoca Ahmet Yesevi’den, Yunus Emre’den Hacı Bektaş-ı Veli’den bahsetmediler. Milliyetçilik hep ırkçılık gibi görünürdü. Hele bir de ülkücü isen o hocalar tarafından dinsiz addedilirdik. Semerkand Buhara, Balkanlar, Horasan erenleri, Suriye Kirman ve Anadolu Selçukluları sanki yoktu ve bugünün siyasal İslam’ı vardı. Sahabe-i kiram anlatılsın elbette ama, biz hiç meslek hocalarımızdan Akşemseddin, Tapduk Emre, Yunus Emre, Hacı Bayram-ı Veli, Hacı Bektaş-ı Veli, Abdülhakim Arvasi duymadık. Tasavvufun ne olduğunu bilmeden kendini tarikat üyesi sayanlar var. Memleket sapıtmış, bozulmuş hafızdan, imamhatipten geçilmiyor. Siyasal İslam vallahi de Vahhabilikten bile daha tehlikeler ve tehditlerle büyüyor. Mutlaka bu konuya el atılmalıdır.”
Erol Mütercimler evet bir önyargının esiri oldu. Bütün İmam-hatipleri aynı kefeye koydu.
Fakat hemen önyargı ile bir TV programında ağzına geleni söyledi diye aforoz mekanizması çalıştırılmalı mıydı?
‘Kilise’nin metodları İslâm’ın metodu olabilir miydi?
Bence Erol Mütercimler’i manevi linçe tâbi tutmadan bazı kesimlerdeki bu İmam-hatip algısının nedenleri üzerinde araştırma yapmak gerekmez miydi?
Bu yanlış algının ortadan kaldırılması için gerekirse müfredat değişikliğine veya hizmetiçi eğitime belki de ihtiyaç vardı.
Başta Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, İlahiyat Fakülteleri ve elbette ki siyasal iktidar ile sivil toplumun ilgili kuruluşları eğri oturup doğru konuşmak zorunda değiller mi? Buralardaki mesuliyet sahipleri başlarını iki ellerinin arasına alıp “bu hal neyin nesi?” diye sormalı değiller mi?
Bir özeleştiri fırsatı olarak değerlendirmek bu hakaretten belki de verimli bir zihinsel olgunluk ortaya çıkaracaktır.