"Kendindendir çektiklerin gölgenden değil. Ne yaptın da sana dönüşünü görmedin? Ne ektin de ektiğini biçmedin? Eylemlerin ruhundan ve bedeninden doğar. Sonra da çocuğun gibi gelip eteğinden tutar..." Hz. Mevlana
Yedi yıl önce, yapılan ultrason ve mr sonucuna göre, on bir yıl sonra yeniden, bu kez sol göğsümde dördüncü derece kitlesel lezyon görülmesi ve doktorların üzgün bir ifadeyle nerede kaldınız bu ana kadar cümlesiyle bitmeyen işlerin, endişelerin bir kez daha bitiverdiği, sadece hayatta kalabilmek için çare arayışlarıyla oradan oraya koşuşturduğum zamanlardı.
Ablam ve sevgili dünürü Nihal hanım ile biyopsi sonuçlarını almaya gittiğimiz gün, günlerden cuma ve tam cuma vaktiydi. On iki yıl İstanbul'da yaşadığımız halde haberim bile olmayan Eyüp Sultan Hz. camii avlusundaydık. Hasırın üzerinde başım önümde oturarak dinlediğim o muhteşem selayı da ilk kez dinliyordum sanki. Daha önce hiç etkilemeyen her cuma duyduğum sela çok başkaydı o gün kesinlikle. Hayatımı, sağlığımı ne boş endişelerle, yorgunluklarla, ne değmez kişiler için heba etmiş ve her şeyimi lutfeden Rab'bime koruyamadığım, kıymetini bilemediğim emaneti ve biricik lütfu hayatımı ne ile geçirdiğimin muhasebesi düşüncelerle; O'na ne diyeceğimin utancı ve pişmanlığı içindeydim.
Ellerimi açıp dua etmeye başladığımda gözyaşlarım yanağımı yakarak sicim gibi süzülüyordu. Elli bir yılın yorgunluğu, tortuları akıyordu gözlerimden adeta. Bir kez daha hayatımı bağışlaması durumunda artık kime, nelere önem vereceğimi biliyor, Rab'bime söz veriyordum.
Sözümü tuttum, O da hep yaptığı gibi yine affetti, hayatımı bir kez daha bağışladı bana; Elli yedi yıllık mücadele dolu hayatımı yazmayı bile nasip etti çok şükür. Hayırlara vesile olabilmeyi de nasip eylesin.
Biz değişmedikçe kaderimiz de, hayatımız da değişmiyor. Kanser olmamak için bilinçlenmek gerek. Tasavvufta hakikate ulaşmak için bütün bildiklerinizi unutma koşulu gibi, kanserden korunmak için de yıllardır dayatılan tüm yanlışlardan kurtulmak şart. Negatif enerjisiyle en büyük zararı veren hayatımızdaki kendisiyle sorunu olan insanlar, rafine hazır gıdalar, yanlış beslenme, kötü alışkanlıklar ve zararı faydasından fazla sentetik ilaçlar gibi. Doğal, geleneksel beslenme; İslami, geleneksel şifa yöntemleri ve tasavvufta sağlıklı, huzurlu, olgun insan olabilme adına önerilen, aşırılıklardan kurtulmak, daima orta kararda, dengede, sevgide kalmaya gayret etmek gibi şeyler dikkat etmemiz gerekenler. Az yemek ve illa sağlıklı, doğal gıdalarla beslenmek.
Her konuda olduğu gibi özet olarak sevgili peygamberimizin sünnetine uygun yaşamak çözüm. Gerisi para tuzağı maalesef. Rab'bimiz bizim için her şeyi en alasından yaratmış ve sağlığımız için her şeyi düzenlemiş. Gıdaları bozmuş, evde kendimiz yapmak yerine hazır katkı maddeli gıdaları tüketmeyi kolay bulmuşsak; artık yemeyi kesip dinlenmemiz, uyumamız gereken zaman diliminde yemeye, oturmaya; güneş doğmadan uyanıp namazla, dualarla günü karşılamak, şükürle güne başlamak varken uyumaya, bitmek bilmez ihtiyaçlar, hırslarla kendimizi tüketmeye devam etmişsek suç bizim.
Tasavvuf bana her şeyden önce Rab’bimizin kendi suretinde yaratıp, ruhundan üfleyerek dünyadaki halifeleri olmasını dilediği insan olmakla hakettiğim ve hakkını vermem gereken değeri ve O’nun dilemediği hiçbir şeyi olduramayacağım gerçeğini, aczimi öğretti. Dünyaya geliş amacıma odaklanmam gerektiğini, aşırılıklarımı törpülemeyi, sevgi ve fedakarlık gibi güzel hasletlerin bile aşırısının ters etki yaratmakla yanlış olduğunu, başkalarını düşündüğüm kadar kendimi de düşünmem, korumam gerektiğini de.
Pisiciklerim ve çiçeklerimle ikindi vakti güneşinden faydalanarak hasbihalde, çay keyfindeyiz. Kuzuların, kuşların ve böceklerin sesini duyamadan, gökyüzünü ve dağları göremeden, önceki yıllarda olduğu gibi beton yığını büyük şehirlerde yaşamak artık imkansız geliyor. Bir ilçe olmasına rağmen burada bile şehre, çarşıya haftada bir iki kez mecbur kalınca iniyor, işim bitince hemen kaçıyorum evime. Ne çok yormuş kalabalıklar, gürültüler meğer. İçinde yaşarken fark edemiyormuş insan.
Bunları iş ve çocukların eğitim mecburiyeti bittiği halde sadece cesaretsizlikten hala büyük şehirlerde yaşamak zorunda kalanlara cesaret olsun diye de yazıyorum. Doğadan uzak, stresli büyük şehir hayatı da pek çok hastalığın sebebi. Huzurunu bozan her türlü etkeni bertaraf edip gerekirse tek başınalığı göze alarak hayal ettiği hayatı gerçekleştirmeli insan en azından zorunlu sorumlulukların bittiği hayatının son baharında.
Güven, huzur, mutluluk veren bir evliliği olamamış ise kendi dünyasını inşa edebilmeli, Rab'binden başka kimseye dayanmadan kendine yetebilmeli, cennet huzurunu yaşayabilmeyi. Aksi halde umut bağladığın herkes, her şey tuzak, kaçtığın her yer cehennem! Bir ömür süren öncelikleri belirleyememe hatasını idrak ve telafisini nasip edene sonsuz şükür. Devamını da nasip eylesin. Kalan ömrümüz öncekinden hayırlı ve şiir güzelliğince olsun.
Sevgi, huzur, dua ve şükürle; herşeye rağmen, her koşulda, Rab'binin lütuflarının farkındalığıyla, coşkuyla, İlla Aşk’la!
İlla Aşk / Adevviye Şeyda
“Yaşım ilerledikçe daha çok anlıyorum
Ne büyük nimet olduğunu ah ey güzel gün
Boş yere üzülmekte mana yok anlıyorum
Kadrini bilmek lazım artık her açan gülün
Şükretmek türküsüne daldaki her bülbülün
Yanmak da olsa artık aşk ile yaşıyorum.”
Cahit Sıtkı Tarancı