Hayatımda bir kere hariç, kendim için "Milliyetçiyim, Ülkücüyüm." demedim. Açıktan "Elhamdülillal Müslüman'ım." demenin deçok doğru olduğu kanaatine sahip olmadım. İslâmiyet'e hizmet etme noktasında, İslâm'ın bayraktarlığı görevinde, milliyetin önemliolduğuna inandım. Ve aziz milletimizin de "bayraktarlık" görevini, geçmişte olduğu gibi günümüzde de hâlâ güçlü bir biçimde koruduğunu görmekten hep şeref duydum. Türklüğün ve Kur’an-ı Kerim Müslümanlığının söylemden ziyade, yaşamak ve yaşatmakla ilgili olduğuna inandım. Sadece, bir kere "MİLLİYETÇİYİM" dedim. Ne zaman mı?

1979 yılı idi. Çankırılı Şaban ÇEVİK'in, şehit edildiği günlerdi. Karatekin parkının önündeki caddeden o günkü adıyla NBC Okulu, şimdiki adıyla Çankırı Garnizonu tarafına gidiyordum. Üç yol kavşağına geldiğimde tam karşımda küçük bir çocuk parkı bulunuyordu. Üç yol kavşağının ortasında, yaşları 15-25 arası, ortalama 30 kişilik bir grup önümü kesti. Çepeçevre sarıldım. İçlerinde tanıdık sima arıyorum; ne gezer; bir tane bile tanıdık göremedim. (Sonradan öğrendim ki, çoğu Çankırı dışından gelme, bazıları da Sağlık Meslek Lisesi öğrencileri imiş.) İri yarı olan, muhtemel ağabeyleri durumundaki delikanlı sorulara başladı: "Söyle bakalım; devrimci misin, faşist misin?" Soru tekrarlandı: "SÖYLESENE, DEVRİMCİ MİSİN, FAŞİST MİSİN?"

Hepsi belki de 45 saniyelik zamandı. Dedim, kendi kendime, içimden. "Şimdi hapı yuttun. Ne kadar sürede hızlıca kaçarsan ve NBC'nin önündeki askerlerin yanına kapağı atarsan, o kadar az dayak yersin."

16 yaşında, Lise 2. sınıfa giden bir genç dünyayı ne kadar kavrayabilir? DEVRİMCİLİK, FAŞİSTLİK, MİLLİYETÇİLİK gibi kavramlar ne kadar beyninde olgun bir biçimde yer alabilir?

Korktum; o 45 saniyelik zaman dilimi hayatımın unutulmaz anlarından biriydi. Beynim belki de ışık hızında çalışıyordu. Hâlâ, tanıdık bir sima görme azminde ve sorunun cevabını vermekle meşguldüm Ne diyebilirdim? Bunlar, tanıdık olmadığına göre "KOMÜNİSTTİ". Ve her biri bir yumruk varsa, komalık olmamak mümkün değildi. Soru sorana yüzümü döndüm ve "BEN NE DEVRİMCİYİM, NE FAŞİSTİM." dedim. Ne dediğimi, nasıl dediğimi sormayın. Dedim...

Mukabil yeni soru geldi: "O zaman ot musun sen? Hem devrimci değilsin, hem faşist değilsin." "Söyle, sen nesin?"

"MİLLİYETÇİYİM... BEN, TÜRK MİLLİYETÇİSİYİM." dedim. Şu an yaşamış gibi aynen bunları dedim. Dedim ama, der demez yumrukların gelmesini beklerken, gözlerim aralarından sıvışabilecek küçük bir gedik de arıyordu. Yine hayatta unutamayacağım, tarifi mümkün olmayan sessizlik içinde birbirlerinin yüzlerine garip garip bakan gruptaki insanları gözlemlemek imkânı da kazanmış olduğumu, olayın şokunu atlattıktan sonraki zamanlarda anladım.

"MİLLİYETÇİYİM. BEN, TÜRK MİLLİYETÇİSİYİM." dememle birlikte, grup ağabeyinin eli sırtımı yavaşça sıvazladı. Hiçbir söz olmadan, çepeçevre sarıldığım yerde önümün açıldığını fark ettim. İki, üç adamın rahatça geçebileceği biçimde önüm açılmıştı. Artık ne ben konuşuyordum, ne de onlar... Ben yoluma gittim, onlar da aksi istikamette sorularının yeni muhataplarını aramaya...

***

Yıllar sonrasında bu ve benzeri yaşanmış binlerce olayın perde gerisinde insanların it dövüşüne sürüklendikleri o kaos ortamlarını hatırlarım. Bilgisiz, ufuksuz, bilinçsiz; ama bir o kadar da kendilerine millî görev addetmiş on binlerce vatan evladının yüksek heyecanı ve inanmışlığı... Bu milletin evlatları çok tenakuzlar yaşadı ve onlara bu tenakuzlar, yaşatıldı. Kimler tarafından, hangi amaçla, hangi niyetle ve hangi araçla... Bu, sorgulandı ve daha yıllarca sorgulanacak.

İNSANLAR, KAVRAMLARIN ESİRİ EDİLDİ. En büyük düşmanlardan CEHALET ve YOKSULLUK ortadan kalkmadığı ve kaldırılmadığı müddetçe de bu esaret sürecektir inancındayım.

Ne güzel sloganlardı... "Hira dağı kadar Müslüman, Tanrı dağı kadar Türk.", "Kanımız aksa da Zafer İslâm'ın", "Rehberimiz Kur'an, Yolumuz Turan." ... Bu sloganlara ne kadar ihlasla sahip çıkabildik? Bu sloganların içerdiği anlamları ne kadar ihlasla yaşayabildik? 

***

İSLÂMCILIK manifestosunu slogan edenler nasıl, Türk kültürünün temel değerlerinden ve TÜRKLÜK'ten nasibini almakta zorlanmışsa; TÜRKÇÜLÜK manifestosunu slogan belleyenler de İslâm dininin temel değerlerinden ve EHL-İ SÜNNET yolundan nasibini almakta zorlanmıştır, diye düşünüyorum.

Şüphesiz ki, her iki temel manifestoyu benimsemiş az da olsa mütekâmil insanlar da bulunmuştur. Onların bile, bilgi, bilinç, ufuk ve hayat ölçülerinde aksamalar, eksiklikler ve hatalar söz konusu olmuştur. Çünkü, hepsi insandır ve insan da hata yapmaya eğilimlidir. Önemli olan, ideal olan; az hatalı, liderlik meziyetleri yüksek insanların çoğalmasını sağlama, sağlama gayreti içinde bulunmaktır, kanaatindeyim.

***

Rahmetli BAŞBUĞ ve rahmetli ERBAKAN, Cumhuriyet döneminde bu toprakların yetiştirdiği önemli siyasî rehberlerdir. HER İKİ SİMANIN DA YOLUNDAN GİTMEYE GAYRET EDENLERİN ARTIK KISIR ÇEKİŞMELERDEN UZAK DURMASI VE KENETLENMESİ BÜYÜK ZARURETTİR. Unutulmamalıdır ki, İSLÂM YOLU'nun yolcusu, TÜRK yiğitlerinin lokomotifindeki katarda yolculuk yaptığı sürece, emin ellerdedir. Çekici güç, Türk kültür ve dinamikleridir. Katarın gerisindeki itici güç ise diğer İslâm toplumlarıdır. Bu gerçeğin doğruluğu, tarih sayfalarında arayıp bulmak isteyenler için mevcuttur.

***

Basında, sosyal medyada, kitap arşivlerinde belki defalarca gözümüzün içine sokulmak istenen gerçeklere kayıtsız kalamayız. BATINİLİK, VAHHABİLİK, ŞİİLİK, BABAİLİK gibi İslâm düşmanları tarafından kasıtla türetilmiş ve geliştirilmiş mezheplerin dışındaki Matudirilik de, Eş'arilik de; dört hak mezhep ve artı bir de (Caferilik) İSLÂM'dır.

Bu temel gerçeğe, kanaatimce bir gerçek daha eklenmelidir ki, GÜNEY MÜSLÜMANLIĞI olarak tanımlanan EŞARİLİK, özellikle son 300 yıldır İslâm düşmanlarının tarassutu ve yönlendirmesi altına girmiştir. KUZEY MÜSLÜMANLIĞI, diğer adıyla MATURİDİLİK ise henüz, İslâm düşmanlarının hakimiyet alanları içine tam girmemiştir. KÜRESEL ÇETELERİN BÜTÜN GAYRETLERİ, YAPTIKLARI SENARYOLARI, KUZEY MÜSLÜMANLIĞININ, YANİ TÜRK COĞRAFYASININ TESLİM ALINMASI ÜZERİNEDİR. Bu büyük oyuna alet olmamak için yüksek düzeyde uyanık bulunmak zorundayız. Çünkü, ehl-i sünnete uygun MÜSLÜMANLIK anlayışının, en önemli ve yegâne teminatının, MATURİDİLİK ve TÜRK DÜNYASI olduğuna inanıyorum.

Bu gerçeği, özellikle milletimizi yöneten ve yönlendiren aydınlarımızın bilmesi çok önemli bir zarurettir. Maalesef, münferit dönemler ve münferit şahsiyetler hariç, bu gerçeği bilen ve o doğrultuda kararlar alınmasına gayret eden yönlendirici ve yönetici siyasetçilerden ve üst düzey bürokratlardan yoksun kaldık. Pek çok siyasetçi, üst düzey bürokrat ve aydın insan; art niyet ve kasıt olmasa bile bazen yetersizliklerinden, bazen yanlarında bulundurdukları şarlatanlardan dolayı; bu gerçeği fark etmediler, edemediler ve bu gerçek doğrultusunda sağlam kararlar almadılar, alamadılar.

***

Sözümüzün özüne gelecek olursam;

Kavramların esaretinden kurtulmalı; bilgi, bilinç ve ufuk nitelikleriyle bezenerek, sığ ve slogan milliyetçiliğinden uzak durmalıyız. Onun için de özellikle yakın Türk tarihini, "Yeni Turan" romanının yazarı Halide Edib'i, "Ergenekon" yazarı Yakup Kadri'yi, Munis Tekinalp'i (Moiz Kohen'i), Theodor Herzl'i, benzer yazar ve siyasetçilerin gizemli hayatlarını; Kadro dergisi ve çevresinde oluşan şahsiyetleri, analiz yapabilecek düzeyde çok iyi bilmeliyiz, kanaatindeyim.

***

Hepimizin yakından takip ettiği gibi, ülkemiz her alanda çok büyük bir kuşatma ile karşı karşıya. Büyük bir savaş yaşadığımız, örtülemeyen bir gerçektir. Yakın gelecekte, bölgemizde çok daha büyük sıcak savaşların olması muhtemeldir. BÖYLE BİR KAOS ORTAMINDA, "FIRSATI GANİMET BİLECEK" DÜZEYSİZLİKTE KAMPLAŞMAYA, GRUPLAŞAMAYA MEYDAN VERECEK SÖYLEM, PROPAGANDA VE ELEŞTİRİLERDEN UZAKTA; WATSAP, FACEBOOK, TWİTTER, İNSTAGRAM GİBİ SOSYAL MEDYA ALANLARINDA BİRLİKTELİKLERİMİZİ ARTIRACAK BÜTÜNLEŞTİRİCİ TAVIR, DÜŞÜNCE VE PROPAGANDALARA ÖNEM VERMENİN ÇOK DAHA YARARLI OLACAĞI KANAATİNDEYİM.

Tabiî, bunun gereği de yine bilgi, bilinç ve ufuk çizgisine sahip olmaktan geçmektedir.

SÜRÜ PSİKOLOJİSİ ile toplumları gütme hedefinde bulunan kimi kişilerin basın ve sosyal medyadaki paylaşımlarından ziyade; kendi düşünce, yorum ve faaliyetlerimizle birlikteliğimizi artıracak yüksek duyarlılık ve sorumluluk bilincine sahip olmalıyız.

Böyle biliyorum, böyle düşünüyorum. Selâm ve saygılar...

Prof. Dr. Ahmet KIYMAZ

(3 Mayıs 2022 – Salı)